Önümüz-deki günlerde ekonomiyi siyasetten daha fazla tartışıyor
bulabiliriz kendimizi; hayır, Türkiye için bir kriz falan
öngörmüyorum, yalnızca şu Rusya krizi dahil olmak üzere,
yaşadığımız tüm siyasi ve toplumsal gerilimlerin kaynağının ekonomi
olduğunu daha somut olarak gözlemleyeceğiz.
Örneğin, düşen temel emtia fiyatları Rusya gibi ülkeler için yeni
bir ekonomik durumu tanımladığı gibi, yakın gelecekte yeni bir
siyasi durumu da tanımlayacak. Belki de Putin’in şu sıralar
saldırganlıkla gözlemlediğimiz telaşının altında bu gerçek
yatıyor.
Rusya gerçeği...
Rusya’da 9 aylık verilere göre işsizlik oranı 2.3 milyon kişi
artarak 18 milyona ulaştı, yıl sonunda bu rakam 20 milyonu bulacak.
Son bir haftada Rusya’da işsizlik oranı 0.9 artarak yaklaşık 480
bin kişi daha işsiz kaldı. Rublenin değer kaybetmesiyle ortalama
maaş aralığı 1000-1200 dolar seviyesinden 500-600 dolarlara
geriledi. Rusya, petrolün 55 dolar seviyelerinde olduğu bir makro
dengede, devlet bütçesinden kişi başına 3700 ruble ödeyerek sosyal
dengesini devam ettirebiliyordu. Şimdi 30 dolarlara dayanan
petrolle Rusya, kamusal iflasa adım atmıştır. Türkiye’ye uyguladığı
ambargonun ekonomik temeli de budur. Putin, ambargo sayesinde
halkına daha az harcama yaptırıp bunu da Türkiye krizine
yükleyeceğini sanıyor. Ama ruble doların karşısında 100 seviyesini
gördüğünde Rusya’da siyasi dengelerin de değişeceği dinamiğe adım
atacağız. Geçen hafta Maliye Bakanı Anton Siluyanov, 2016 bütçesini
anlatırken, petrol fiyatını 50 seviyelerinde beklediklerini, 40
dolar olması durumunda bu rakamın bütçe için yeterli olamayacağını
ve daha şimdiden 2016 baharında bütçeyi revize edeceklerini
açıkladı ve “2016’nın mevcut durumdan daha kötü olacağını açıklamak
zorundayım” dedi.
Rusya, Türk yatırımcılara Rusya’da her türlü zorluğu çıkarıyor.
Ancak görülen o ki Putin kendi ekonomisini ve tabii kendi
iktidarını vuruyor.
Türkiye ne yapmalı?
İşte görüyorsunuz, ekonomi devreye girince siyaset, diplomasi hatta
bunların yoğunlaşmış ifadesi olan savaş bile geride kalıyor;
ekonomi belirleyen oluyor.
Bize gelince, Türkiye de tam bu günlerde yeni bir ekonomi modelini
tartışmalıdır.
Öncelikle faiz tartışması, Türkiye’nin üretime dayalı yeni bir
büyüme modeline geçme isteğinin devletin en tepesinden
dillendirilmesi ve bunun siyasallaştırılması, kurumsallaştırılması
iradesidir. Bu anlamda, düşük faiz isteği, ranta dayalı kapalı
ekonomi iddialarına da otomatik cevaptır.
Şu çok açıktır; bir ülkede imalat sanayiinin ortalama kârlılığı,
sanayinin finansman maliyetlerinin üstündeyse bu sürdürülebilir bir
durum değildir...
İşte bu genel kural, Erdoğan’ın başlattığı faiz tartışmalarının
çıkış noktasıdır. Türkiye, sanayi ve bilgi toplumu odaklı rekabetçi
bir ekonomiyi faize ve ranta dayalı neoliberal politikalardan
sıyrıldıkça yakalayacaktır. Dışa tam açık, rekabetçi ve piyasa
girişlerinin sonsuz serbest olduğu bir ekonomi temel amaçtır. Bu
ekonomi, aynı zamanda, anti-tekel düzenlemeleri içeren, piyasayı bu
anlamda derinleştiren bir mali sistemi de içerir.
Bugün Fed’in utangaçça faiz artırması bize krizin bitmediğini
gösteriyor. Ama gelişmekte olan ülkelerin de şimdiye kadar
yürüttüğü yoldan ayrı bir yola girerek yeni bir büyüme ve kalkınma
modeli geliştirmeleri gereği açık.