Almanya Başbakanı Merkel dört ay sonra dün yeniden Türkiye’deydi. Geçen sene ekim ayındaki Merkel ziyareti, sonrasında da Türkiye-AB ve Türkiye-Almanya zirveleri ve hükümetler arası toplantıları ekim ayındaki ziyaretin bir bakıma devamı olarak gündeme gelmişti. Almanya, Türkiye ya da Akdeniz üzerinden Avrupa’ya ulaşan göç dalgasını Avrupa için sistemik bir sorun olarak görüyor. Yetmişli yılların başında, başta Türkiye olmak üzere, “azgelişmiş periferi” saydığı ülkelerden niteliksiz işçi göçünü teşvik eden, doksanlı yıllarda da içine aldığı Doğu Almanya sayesinde krizi geçiştiren Almanya, şimdi ise kapısına dayanan genç göçmen nüfusu temel bir tehdit olarak algılıyor.
AB’nin anlayamadığı
Merkel’in geçen seneki ziyaretindeki telaşı çok açıktı. Suriye ve
Irak kaynaklı göçün süreceğini ve bu konuda Türkiye’nin artık
sınırlarını zorladığını biliyordu. Ama buna rağmen Merkel hükümeti
ve AB’nin yetkili organları, son ana kadar, Türkiye’ye verilecek
bir kaç milyar euro ile Türkiye’nin mülteciler için bir tampon ülke
olacağını sandılar.
Şu meşhur 3 milyar euro bile AB’nin bir lütfu gibi tartıştırılmaya
çalışıldı. Merkel gelmeden birkaç gün önce, Alman hükümet sözcüsü
Steffen Seibert, hâlâ tarafların daha önce yapılan görüşmelerde
tespit edilen eylem planlarındaki yükümlülükleri kısmen yerine
getirdiğini ve Türkiye’nin göçmenlerin deniz yoluyla Avrupa’ya
ulaşması konusuna daha fazla eğilmesi gerektiğine işaret ediyordu.
Geçen sene Antalya’da, Merkel ziyaretinden hemen sonra, yapılan
G-20 Türkiye-AB görüşmesinde de bu sorun gündeme gelmiş ve AB
Komisyonu’nun hâlâ sorunu, Türkiye’ye “lütuf” gibi aktarılacak bir
yardım kapsamında çözülecek geçici bir mesele gibi gördüğünü de
Türkiye tespit etmiş ve ilişkiler kopma noktasına gelmişti.
Zaten bunun üzerine Türkiye-AB zirvesi gerçekleşmiş ve AB tarafı,
savunma ve enerji gibi bazı stratejik başlıkların da içinde olduğu
müzakere fasıllarının açılacağı sözünü vermişti. Esasında AB’nin
Schengen vize muafiyeti ve Türkiye’ye yapılacak göçmen “yardımı”
gibi göstermelik adımlarla bu sorunun kalıcı çözüme kavuşacağını
sanması, Türkiye’deki değişimi ve siyasal yönelimi hiç
anlayamamasından ya da anlamak istememesinden kaynaklanıyor.
‘Tam bir tiyatro’
Zaten en son Londra geçen hafta yapılan Suriye donörler toplantısı
dahil olmak üzere, Batı’nın bu sorunun çözümüne ilişkin attığı tüm
adımların toplamı koca bir fiyasko. Londra’daki toplantıyı izleyen
bir gazeteci arkadaşım, “Batı bu dramın farkında ama burada
yaptıkları tam bir tiyatro” diyordu. Londra’da mülteciler için 10
milyara yakın taahhüt yapılmış, ne çare ki geçen sene de 7
milyarmış bu rakam ve ancak yüzde 53’ü toplanmış. Ama hadi bu
parayı topladılar hatta 10 milyar değil, 100 milyar taahhüt
ettiler, siyasi çözüm olmadan bu bile sahtekârlık olmaz mı? Zaten
Londra gibi zirvelerde Batı tarafının “yapacağız” dediği şeyleri
Türkiye yalnız Kilis’te yaptı. Merak edenler Kilis Valisi Süleyman
Tapsız’dan randevu alsın ve yalnız Elbeyli kampını gezsin.
Elbeyli’ye artık kamp da dememek lazım; burası, okulları,
hastanesi, rehabilitasyon merkezleri, çarşısıyla artık modern bir
yerleşim merkezi...
Tabii BM’de bu tiyatrodan ayrı değil, BM Genel Sekreteri Ban,
Londra’da mültecilere “bazı” ülkelerin cömert yardımda
bulunduklarını ama uluslararası toplumun bu dram karşısında
yetersiz olduğunu söylerken bile gerçekleri gizliyordu. AB ve ABD
tarafının yetersizliğini bütün uluslararası topluma mal eden BM
Genel Sekreteri, Türkiye’nin ekonomik ve siyasi çözüme yönelik
çabalarını ise “bazı cömert” ülkeler diyerek görmezden
gelmiştir.