Türkiye’de, her hükümet kuruldu-ğunda, ekonomide doksan-yüz gün gibi süreler verilir ve hükümet, bu sürede kamuoyuna “devrim” gibi reformlar yapacağını açıklardı. Ancak bu “devrim” gibi reformlar nedense, hükümetin siyasi duruşundan, ona oy veren kesimlerden bağımsız olarak, hep birbirinin kopyası olan ezberlerdi. Mesela şöyle: “Ekonomi bir bütündür, her alanda “yapısal” dönüşümü hedefleyen ve insan odaklı kalkınmayı destekleyen reformlar yapılacak. Üretim teknolojisinde gelişmiş ülkeler seviyesine geleceğiz, AR-GE yatırımlarının milli gelire oranı gelişmiş ülkeler seviyesine gelecek. Bütçe disiplini öne çıkacak, çünkü bütçe disiplini ile finans sektörünün sağlamlığı ve reel sektör arasında feda edilmez bir ilişki vardır. Merkez Bankamız, finansal piyasalarda istikrarı sağlayacak ve enflasyon hedeflerine ulaşacaktır. Ekonomik öngörülebilirlik en üst düzeye çıkacak, yabancı sermaye girişleri artırılacaktır. Tasarruflar artırılacaktır, makro ihtiyati tedbirleri sürdüreceğiz, yapısal reformlar devam edecek... vb...”
Bu basmakalıp cümleler, her defasında ısıtılıp bizim önümüze
gelirdi ve profesyonel iktisatçılar bile şu “yapısal reformların”
ne olduğunu pek anlamazlar ve bunun üzerine “piyasalarda” çeşitli
rivayetler ve şayialar dolaşırdı.
Küresel mutabakat