Türkiye’nin, bir toplumsal uzlaşma çatısı olan yeni anayasayı ve bununla ilgili süreci bütün yönleriyle tartışması ve her kesimin, herkesin görüş bildirmesi tabii ki çok önemli ve böyle de olması gerekiyor. Bu anlamda tabii ki farklı kesimlerin talepleri, önerileri siyasi gerilim nedeni değildir; tam aksine, toplumsal kutuplaşmayı, uzlaşmaya götürecek anayasa yapma süreci dinamiğinin başlıklarıdır bunlar.
Esasında anayasalar toplumsal uzlaşmanın hukuki çatısıdır ve
anayasaları toplumların uzlaşma ihtiyaçları ortaya çıkartır. Böyle
olunca farklı ekonomik çıkarların uzlaşması ve devleti tam burada
düzenleyici olarak işlevlendiren hukuki metinler olarak ortaya
çıkar anayasalar...
Bundan dolayı, her şeyden önce, biz anayasanın ekonomi tarafını da
ele almalıyız, tartışmalıyız.
Türkiye, yakın zamanda tam burada büyük sıkıntılar yaşamıştır. Dışa
açık, rekabetçi bir ekonominin tesisi ve ortaya çıkan katma değerin
adil paylaşımı için, bırakın anayasal güvenceyi, tam aksine, mevcut
anayasa(lar) burada, Türkiye için ayak bağı olmuştur.
Kriz ve anayasa...
Türkiye’de 1980’e gelindiğinde imalat sanayiindeki istihdamın yüzde
35’i, katma değerin de yüzde 43.5’i kamu sektöründen kaynaklıydı.
Bu zamana değin, Anadolu sermayesi olarak adlandırılan yerel
sermaye çevreleri ise genellikle İstanbul ve çevresinde yapılanan
büyük sermaye kesimlerinin bayisi durumdaydı. Seksenli yıllarda
Özal’la başlayan liberalleşme ve mali dışa açıklık süreci yalnız
var olan dengeleri bozmadı, 2001 krizine giren yolu da açtı.
Dünyada 2008 krizi nasıl bütün dünyanın değil, ağırlıklı olarak
gelişmiş ülkelerin krizi ise, Türkiye’de de 2001 krizi, dışa kapalı
yarı devletçi bir ekonomiye tutunarak palazlanan sermayenin
kriziydi. Bu anlamda kriz, aynı zamanda, anayasal bir krizdi ve
Türkiye ekonomisi bunun sancısını hep çekti, hâlâ da çekiyoruz.
Çünkü çarpık ve yetersiz bir sermaye birikiminin öncüsü olan
kesimler, sermaye birikimini daha yaygın ve kapsayıcı olarak devam
ettirmek isteyen Ak Parti iktidarlarını kuşkuyla karşıladı ve daha
sonra da mevcut Anayasa’ya dayanarak yolunu kesmeye çalıştı.
Özellikle 2000’li yılların başından itibaren Türkiye’deki bütün
ekonomik tıkanıklıklar ve krizler, aynı zamanda, bir anayasa krizi
olarak da anlatılmalıdır.