Bu yazıda da birbirleriyle bağlantılı ancak her biri kendi içinde özgün ağırlığı, çözümleri olan üç konuya değineceğim.
Birincisi, Türkiye özelinde yükselen ekonomilerin küresel sistemdeki yeni konumları ve buna bağlı olarak, başta ABD olmak üzere, gelişmiş sayılan ülkelerle olan iktisadi ve siyasi ilişkilerinin yeniden tanımlanması; ikincisi, bu tanımlanmaya bağlı olarak, pazar ve kaynakların yeniden paylaşımı ve son olarak da Türkiye gibi açık bir ekonomide, enerji dışı ithalat gereksinimi ya da sanayi için ithalat bağımlılığı ve bu çerçevede kronik dış ticaret, cari açık sorunu...
Bugün Türkiye-ABD ilişkileri, yalnız siyasi bir konu olarak değil, aynı zamanda, ekonominin genel seyri hatta para ve sermaye piyasalarının günlük işleyişi bağlamında da ele alınan bir iktisadi mesele olarak da gündemde. Kimileri, Türkiye-ABD ilişkilerindeki gerilimi Johnson Mektubu ve Kıbrıs harekâtını bile aşan bir yere sürüklendiğini ve bunun da nihai olarak ekonomiyi olumsuz etkileyeceğini savunuyor. Öncelikle, 2. Dünya Savaşı sonrası ABD önderliğinde oluşturulan siyasi ve iktisadi sistemin artık bittiğini ve şimdi yaşadıklarımızın, 60'lı, 70'li yıllarda olan “gerilimlerle” karşılaştırılamayacağını söyleyelim.