Türkiye’nin ilk çeyrek büyüme performansındaki ayrıntılar önemli. Çünkü bu ayrıntılara baktığımızda yalnız iktisadi bir yönelim ve buna bağlı sonuçlar elde etmiyoruz. Bu büyüme performansı, büyümenin bileşimi ve yönelimi, bize önemli bir değişimin ipuçlarını da veriyor.
Öncelikle Türkiye’nin yakın ve Ortadoğu ülkeleri dışında kalan Asya ülkelerine ihracatı giderek artıyor. Burada yüzde 30’u bulan bir ihracat artışı söz konusu. Öte yandan, Türkiye, büyüme temposunda Asya’yı yakalıyor. 2017 ilk çeyreğinde Çin (6.9) Hindistan’dan (6.1) sonra Türkiye yüzde 5 ile en yüksek büyümeyi yakaladı.
Asya büyümesi...
Doksanlı yılların ortalarından itibaren hızlanan Asya büyümesi, esasında Batı’nın büyüme ve kalkınma paradigmasından temel bir kopuşu temsil ediyordu. Doksanlı yıllarda arka arkaya gelen krizler, başta G.Kore olmak üzere, Asya ülkelerinde devletin piyasa düzenlemelerine ve genel büyümeye katkısının daha yoğun olduğu yeni bir yolu bu ülkelerde gündeme getirdi. Esasında, Çin’in ayrı bir hikâyesi olduğu için onu dışarıda tutsak bile, bu ülkelerin ayrışması yetmişli yıllardan itibaren belirginleşmeye başlamıştı. G. Kore’nin hızlanan sanayileşmesi ve burada devletin rolü de bu yıllara dayanır.
J.K. Galbraith, 2004’te Çin, Hindistan konusunda şunları söylüyordu: “Gerek Çin gerek Hindistan 1970’lerde Batı bankalarının dümen suyuna girmeyerek kendilerini borç krizinden kurtardılar. Her iki ülke de sermayeyi kontrol etmeye devam ediyor, böylece sıcak para bu ülkelere serbestçe girip çıkmıyor. Her iki ülkede de ağır sanayi büyük ölçüde devlet sektörünün elinde olmaya devam ediyor... Evet, Çin ve Hindistan, bir bütün olarak büyük bir iş başardılar ve yaptıkları reformlar, yasal düzenlemeler bunda rol oynadı.”
Esasında Galbraith’in bu söylediklerini, Dünya Bankası yetkilisi olarak Çin gözlemlerini yazan Ramgopal Agarwala da şu cümleyle teyit ediyor: “Çin’in başarısının temelinde Washington Mutabakatı politikalarına körü körüne uymaması yatmaktadır.” (R. Agarwala, The Rise of China: Threat or Opportunity 2002)