Şimdi de kalkmış, Selin İmer’le fotoğrafını basına sızdıranın
eşi olduğunu söylüyor!
Bir de çelişkiler içinde...
Diyor ki;
* Boşanma sürecimiz ocak ayında başladı...
* İlişkim de boşanma kararından çok sonra başladı...
* Aylar önce gizlice e-postam adresime girildi, fotoğraflarımın
fotoğrafları çekildi...
Ya eğitim hayatında hiç mantık dersi görmedi Mustafa Ceceli ya da
sürekli mantıktan ikmale kalıyordu.
Bu durumda ya ilişkisi boşanma kararından aylar sonra
başlamadı...
Ya da fotoğraflar e-postasına girilip aylar önce çekilmedi...
Yani bir paragraf açıklamasında hem mantık hem de zamanlama hatası
var.
Bir de “aylar önce, aylar sonra” diye sözünü ettiği süreç,
ocakla-mayıs arası...
Sen evliyken başka bir kadınla aşk yaşarsan, kusura bakma da eşine
de e-postalarına girip seni patlatma hakkı doğar Mustafa.
En iyisi sus ve daha fazla konuşma...
Düğününde de çok eğlen...
Sahil güvenlik buna nasıl izin verdi?
Bakıyorum, herkes Beşiktaş Donanması için “Ne güzel oldu”
diyor...
“Ortaya harika görüntüler çıktı” diye alkışlıyor...
Hatta Fikret Orman gaza gelip “Seneye Boğaz’ı kapatacağız”
açıklaması yapıyor...
Bense Boğaz’da kıç kıça şampiyonluk kutlamaya giden tekneleri ilk
gördüğüm anda “İnşallah bu işten bir sakatlık çıkmaz” dedim.
Neyse ki ucuz atlatıldı, iki teknenin çarpışması sonucu sadece iki
taraftarın bacakları kırıldı.
Haberler bacaklarının koptuğunu duyurmuştu ilk, neyse ki doğru
değilmiş.
Ama çok daha kötüsü olabilirdi.
İrili ufaklı tekneler... Kimin nereye gittiği belli olmayan bir
deniz trafiği... Her taraf sis içinde...
Ya orada daha kötü kazalar yaşansa, bir tekne alabora olsaydı?
Teknelerin çarpışması sonucu denize düşen taraftarlar
boğulsaydı?
Bu işe valilik ve sahil güvenlik nasıl izin verdi anlamış
değilim.
Boğaz trafiğini tehlikeye atmaya kimin ne hakkı var?
Lambur lumbur giden onlarca teknede hangi kaptanın ne tecrübesi var
biliyor musunuz?
Teknesini, kayığını alan gelmiş.
Seneye Boğaz’ı kapatacaklarmış, öyle diyor Başkan Orman...
Kapatın da iki kırık bacakla atlattığımız facianın büyüğü seneye
yaşansın.
Valilik ve kıyı emniyeti bu garip kutlamalara izin vermemeli.
Kimi tuttum?
* En yakın arkadaşlarım hasta taraftarı olduğu için
Eskişehir’i...
* Yıllardır Süper Lig’de İzmir takımı olmadığı için
Göztepe’yi...
* Şehrin futbol kültürünü çok sevdiğim için Eskişehir’i...
* Renkleri sarı-kırmızı olduğu için Göztepe’yi...
* Her zaman Süper Lig’e yakıştırdığım için Eskişehir’i...
* 14 yıldır Süper Lig özlemi çektiği, bu sürede amatör kümelere
düşmek gibi acılar yaşadığı için Göztepe’yi...
* Mustafa Denizli’yle dostluğumuz olduğu için Eskişehir’i...
* Yılmaz Vural’ın, Denizli kadar lobisi olmadığı için
Göztepe’yi...
* Hem İzmir’i, hem Eskişehir’i çok sevdiğim için iki takımı
da...
Dolayısıyla Süper Lig’e yükselenin belli olacağı Play Off maçında
kazanan kim olsa sevinecektim.
Hoş geldin Göztepe...
Sıra Kaynanalar’a gelir mi?
“Türk Malı” denilen eski dizi herkesi şaşırtan bir reytingle
ekranlara yeniden dönünce, bir anda kanallarda eski dizileri
yeniden canlandırma modası başladı.
Bir eski dizi tuttu diye hepsi tutacak şeklinde bir kural yok.
En son “Mahallenin Muhtarları”na kadar varmış iş.
Korkarım yakında “Bizimkiler” ve “Kaynanalar”a gelecek sıra...
Ya bomba olsaydı?
Eskişehir-Göztepe maçında yaşanan rezaletin sorumlusu kim?
Antalya Emniyeti ve Valiliği böyle bir olaya nasıl göz
yumabildi?
Ekmek arasında patlayıcılar, meşaleler sokuldu stada. Karşılaşma
geç başladı, sis ve patlayıcılar nedeniyle zaman zaman durdu.
Sahaya bıçak bile atıldı, daha ne olsun? Antalya şehrinin emniyeti
ne yapıyor? O kadar patlayıcının girdiği stada bomba sokulamaz
mıydı?
Demek ki hiçbir güvenlik önlemi yoktu...
Ya bir terör saldırısı olsaydı pazar gecesi Antalya’da, ne
olacaktı?
Böylesine önemli bir maçta nasıl bu sorumsuzluğa göz yumulur?
Londra’yı görüyorsunuz işte, 3 ayda üç terör saldırısına maruz
kaldı. Bizim bu işten canımızın ne kadar yandığı malum.Buna rağmen
hâlâ yüzlerce taraftar elini kolunu sallayarak girebiliyor
Antalya’da stada.
İçişleri Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı yetmez, bu işe
Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı el atmalı.
Bu vurdumduymazlık cezasız kalmamalı.
Faruk Bildirici’ye bir soru
Okur temsilcimiz Faruk Bildirici, bir süredir gazetecilikte
çıkar çatışması üzerine yazıyor.
Çok da güzel yapıyor. İşin bir sisteme oturması için mutlaka
hepimizin tartışması gereken bir konu bu...
Ücretli DJ’lik yapmak... Beste yapmak...
Sanat yazarının alanında ticari işlere girmesi...
Moda yazarlarının giyim danışmanlığı yapması gibi faaliyetleri
gazetecilerin yapmaması gerektiğini söylüyor Bildirici.
Çoğuna katılsam da tartışmayı açmak ve gerçekten merak ettiğim için
sormak istiyorum:
Beste yapmak meslekte ‘çıkar çatışmasına’ girerse, kitap yazmak da
girer mi? Köşe yazarının ressamlığı varsa ve tablosu satılırsa ne
olacak?
Bir dizinin senaryosunu yazmak ‘çıkar çakışmasına’ girer mi?
Senaryosunu yazdığı dizide haber değeri taşıyan bir unsur varsa,
gazeteci bunu yazamaz mı?
Mesela biz bir sosyal medya fenomenine gazetede yazı yazdırmak
istesek, ona “Sosyal medyada reklam paylaşma” deme hakkımız doğar
mı?
İnternetle yazılı basının, markalarla medyanın, farklı alanlarda
yaratmak-üretmekle gazeteciliğin bu kadar iç içe geçtiği dönemde
çıkar çatışması sınırlarını nasıl ve ne şekilde koyacağız, çok
merak ediyorum...
Bu arada ben mutlaka konulması gerektiğinden yanayım ama nasıl?