Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bundan önceki ABD gezisi
Washington'a mart ayında gerçekleşmişti. Bu geziden bir hafta önce
ABD'nin önemli bir düşünce kuruluşunda Türkiye konusunda bir
konuşma yapmak için Washington'daydım.
Türkiye'ye dair algı korkutucuydu. Demokrat'ından Cumhuriyet'çisine
ağız birliği etmişçesine Türkiye'de bir diktatörlük olduğu tezini
papağan gibi tekrarlıyorlardı. FETÖ'nün Türkiye aleyhine yaptığı
propaganda her görüşte karşılık buluyordu. Türkiye hakkında çizilen
bu resme itiraz eden kişilerin sesleri tamamen susturulmaya
çalışıyordu. Benim konuşma yapacağım kuruma aslında tek işi FETÖ
propagandası ve operasyonu yapmak olan gazeteci kılığındaki
gazeteciler baskı yapmış, aleyhimde bir itibarsızlaştırma
propagandası başlatmışlardı.
15 Temmuz darbe girişimi bu havayı kırdı. Türkiye halkının tek
ağızdan darbeye hayır demesi Batı kamuoyunda hâkim olan algının
yanlış olduğunu net bir şekilde ortaya çıkardı. On binlerce sivilin
sokaklara; demokrasiyi, bağımsızlığı, millî iradeyi ve seçilmiş
Cumhurbaşkanını korumak için dökülmesi "dikta rejimi" fotoğrafının
nasıl bir çarpıtma olduğunu açığa çıkardı. FETÖ için oluşturulmaya
çalışılan "Ilımlı İslam'ın" sivil yüzü propagandası, 15 Temmuz
gecesi yaşanan vahşet ile çöktü.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın New York gezisi böylesi bir atmosferde
gerçekleşti. Batı başkentlerinde bir mahcubiyet olduğunu görmek
mümkün. Örneğin geçtiğimiz hafta Londra'da el Şark forum ve ECFR
ortaklığında gerçekleşen bir toplantıda uzun zamandır olmayan bir
hava esiyordu. Batı'nın Türkiye politikasının nasıl çöktüğü, Batı
medyasının Türkiye'ye yönelik manipülatif yayın çizgisi çok güçlü
bir şekilde, açıkça konuşulabiliyordu.