Gezi park eylemlerinin üçüncü yılında, bu protesto dalgası
konusunda daha sağlıklı ve net gözlemlerde bulunma imkânına
kavuşmuş durumdayız.
Malum, eylemlerin gerçekleştiği dönemde, bu eylemlere karşı
objektif gözlemlerde bulunmak bir tabuyu sorgulamak anlamına
geliyordu. Göstericilerin tavrını eleştirmenin bedeli çoğu zaman
sosyal medya üzerinden bir linçle sonuçlanıyordu.
Oysa ki, Gezi parkı eylemlerine eleştirel bakış en çok bu
eylemcilerin ihtiyaç duyduğu yaklaşımdı. Bu gösteriler üzerinden
Türkiye'yi daha demokratik ve liberal bir ülke haline getirmek
iddiasında olan göstericilerin ihtiyacı olan şey bu eylemlerin
toplumun diğer kesimleri tarafından nasıl algılandığı konusunda bir
perspektif idi. Ancak kerameti kendinden menkul bir haklılık hissi
içinde olan, bu hissi romantize edilmiş bir mağduriyet algısı ile
süsleyen ve bu iki narsist duyguyu sorgulamak konusunda pek hevesli
olmayan bir Gezi kamuoyu oluştu.
O kamuoyu Gezi hareketinin Türkiye'yi demokratikleştireceğinden
emindi. Gezi ile muhalefet şaha kalkacak, Türkiye liberal bir
devrim yaşayacaktı.
Peki ne oldu? Gezi hareketinden kim kazançlı çıktı? Gezi sonrası
Türkiye daha demokratik hale geldi mi?
Gezi hareketinden sonra Türkiye bir yerel seçim, bir
cumhurbaşkanlığı seçimi ve iki genel seçime sahne oldu.
Bu seçimlerin hepsinin sonucunda iktidar partisi galip çıktı. AK
Partinin hezimeti olarak görülen Haziran 2014 seçimlerinde bile en
yakın muhalefet partisi ile arasındaki oy farkı %15'ten
fazlaydı.
İktidar partisi Gezi olaylarından sonra oy kaybetmedi. Muhalefet
partileri ise kendi iç sorunları ile uğraşmaktan, Türkiye'ye dair
söz söyleyemiyor.
Dolayısıyla aslında Türkiye'de mevcut siyasi dengelere baktığımız
zaman şunu söylemek mümkün: Gezi olaylarından iktidar partisi
kazançlı çıktı.
Peki, neden ve nasıl?
Gezi hareketi Türkiye'de yaşanan “kültür savaşları”nı
keskinleştirerek, kutuplaştırma üzerinden bir siyasi kazanç
edinmeye çalıştı.
Bu siyasi oyunun kazananı ise sayıca üstün olan kutup oldu.
Gezi muhalefeti, Gezi sonrası süreçte siyasetini "çelişkileri
keskinleştirme" stratejisi üzerinden geliştirdi. Türkiye'de her
hadiseyi hızla parti siyasetine çeken bir eğilim içine girdi. Bir
genç kızın veya gazetecinin trajik şekilde öldürülmesi bile
Türkiye'de bir ideolojik yarılma unsuru oldu. Muhalefet, iktidar
partisinin aksine sistematik bir kimlik inşasında ve ortak bir
ideolojik çatı altında birleşemedi. Aksine muhalefeti bir araya
getiren, iktidara yönelik duyulan hoşnutsuzluk veya nefret oldu.
Bundan dolayı muhalefet entelijansiyasının böylesine hadiseleri
ideolojikleştirirken kullandığı dil, siyasi bir dilden öte,
romantik ve duygusal bir tepki oldu.
Gezinin söylemi siyasi değil, duygusal oldu.
Gezi olayları başladığında Türkiye'de seküler muhalefet bir kimlik
krizi içindeydi. Klasik Kemalist söylemin itibarsızlaşması, ahlaki
ve entelektüel üstünlüğü mutlak kaybetmesi üzerine, seküler
entelijansiyada yeni bir söylem ihtiyacı ortaya çıkardı. Gezi
hareketinin beklenmedik popüleritesi ile bu söylem ihtiyacı, "Gezi
ruhu" olarak tanımlanan, belirsiz, içi boş, yarı-mistik bir
kimlikle giderildi. "Gezi ruhu" ile kastedilen bir ideolojik
duruştan ziyade, bir tür ahlakçılıktı aslında. Bu bakışa göre,
Geziciler, Türkiye'nin iyi ve vicdanlı yüzünü temsil ederken,
Gezici olmayanlar ya ahlaksız, kötü, vicdandan nasibini almamış
insanlardı, ya da kandırılmış lümpen kitlelerdi. "Göbeğini kaşıyan
adam" kelimesi out, "hüloğcular" in oldu. Eskiden AK Partiyi
desteklediği için yandaş olmakla itham edilen liberaller, AK Parti
muhalifi olunca yandaş kelimesini eski yoldaşları için kullanmaya
başladı (bu arada yandaş kelimesinin de bu döneme özgü olmadığı,
Özal'ı destekleyen kamuoyu önderleri için de "yağdanlık"
kelimesinin kullanıldığı not düşülmeli.) İktidar partisinin
Türkiye'yi yönetmesinin iyi bir fikir olduğunu düşünen kitle Gezi
ile neredeyse şeytanlaştırıldı, o kadar ki bu kitle Gezi'de
hayatını kaybeden gençler nedeniyle "katil" olarak bile tanımlandı.
Bu yaklaşım Gezi'den sonra derinleşerek devam etti. 17 Aralık
sürecinde "katiller" sıfatına bir de "hırsız" eklenecekti.
Türkiye'de muhalefet, ağır bir mağduriyet söylemine eşlik eden
romantize edilmiş bir apolitik "iyilik" hissini siyasi görüş olarak
belledi.