Abdülhamid Yusuf, Suriyeli genç bir adam. Bir insanın hayatta
yaşayabileceği en büyük acı, onu dün buldu.
Yaşları iki civarındaki iki çocuğunu, İdlib'de gerçekleşen kimyasal
saldırıda kaybetti. Saldırının bilançosu ağır: çoğu çocuk 100'ün
üzerinde ölü...
Yusuf'un çocuklarının ölü bedenlerine sarılırken çekilmiş
fotoğrafı, artık Suriye için sıradan hâle gelen bir vahşetin tarihe
not düşülen yüz binlerce karesinden biri oldu.
İdlib'de yaşananların ve yaşanacakların gelişi, Halep'in düşüşünden
belliydi.
Suriye rejimi, Rusya'nın hava ve İran'ın kara desteği ile Halep'i
işgal ederken, muhalif grupları İdlib'e sürdü. Amaç muhalif
unsurları İdlib'e sıkıştırmak ve Halep'te yaşanan vahşeti İdlib'de
de uygulayarak son 5 senedir yaşanan etnik temizliği
tamamlamaktı.
Plan işliyor.
Esad rejimi bugüne kadar işlediği suçlardan dolayı hiçbir bedel
ödemedi. Rusya'nın ve İran'ın açık desteğine, Obama yönetiminin
örtük desteği eşlik etti. Yeni gelen Trump yönetiminin, Amerika'nın
Suriye politikasını değiştirmek gibi bir niyeti yok. Yani Esad
rejimi için kimyasal silah ile, “ucuz” yoldan sivil öldürmek için
mükemmel bir zamanlama.
Batı'dan gelen kuru kınamalar ve timsah gözyaşları, Suriye'de
yaşananlara hiçbir çare olmadığı gibi, bu ikiyüzlü politika yaşanan
acılara, utanç katıyor.
Türkiye, İdlib'den gelen yaralıları kabul etti. IHH gibi yardım
kuruluşları sahada aktif çalışıyor.
Bu noktadan sonra, Türkiye'nin yapması gereken, kabul ettiği
yaralılardan alınacak biyolojik örneklemeler üzerinden bu kimyasal
silah saldırısının arka planını açığa kavuşturacak raporlamayı
yapmasıdır. Bugünün realpolitik dengesi Esad'ın lehine olabilir, şu
an için bu barbarlıklar, bu vahşet bu kanlı rejimin yanına kalıyor
olabilir. Ancak nasıl ki Miloseviç, Bosna'da işlediği suçlardan
yıllar sonra savaş mahkemesinde yargılanmış ve ölümü bir hapishane
hücresinde gerçekleşmişse, Esad rejimi de tarihin bir noktasında bu
günahlarından ötürü, bu dünyada da bedel ödeyecektir.