20. yy'ın ortalarında bu ülkenin en parlak zihinleri dünyaya, ama özellikle Batı'ya, buradaki harikulade terbiyeye bir de diploma eklemek için gitmişler.
ABD'nin, Avrupa'nın en prestijli, en gözde okullarında tahsil görmüşler, dünyanın en parlak zihinleri ile buluşmuşlar.
Onlar o parlak zihinlere kendi hikâyeleri üzerinden Türkiye'yi anlatırken, hocalarından Batı entelijansiyasının en popüler doktrinlerini öğrenmişler.
Ve modernleşme okulu ile tanışmışlar.
Hikâyemiz, 1950'li yılların Amerika'sında başlıyor. Dünya ile içli dışlı olmaya başlayan ABD'nin yeni tanıştığı bölgeleri tanıma çabasında:
“Modernleşme okulu Anglo-Saxon akademide II. Dünya Savaşı sonrası sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanmaları ve bağımsız devletler hâline gelmeleri sürecinde burada sıfırdan kurulan ve herhangi bir oturmuş siyasal kültüre, ekonomik altyapıya ve kurumsal kültüre sahip olmayan devletlerin tıpkı bir yüzyıl önce Avrupa ülkelerinin tecrübe ettiği gibi bir şablonu tatbik etmesine inancı yansıtıyordu” diyor Doğan Gürpınar.
Bunu açalım...
ABD İkinci Dünya Savaşı, küresel hegemon güç hâline gelirken, bu gücü tatbik edecek bilgi arayışına gitti.