20. yüzyılın en uzun süredir çözülemeyen sorunlarından biri Kıbrıs meselesi. Akdeniz'in ortasındaki ufak ada küresel bir sorun olarak hâlâ dünya medyasının gündeminde.
Kıbrıs sorununun 40. yılını geçtiğimiz bu günlerde, aslında sorunun çözümüne çok yakındık. Son 20 sene içinde bu meselede iki ciddi çözüm ihtimali çıktı ortaya. İlki 2005 yılında Annan planının referanduma götürülme süreciydi. Bu sürecin sonu malum bir fiyasko ile sonuçlandı. Türkler evet derken, AB'ye gireceklerini bilen Rumlar hayır dedi. Buna rağmen Avrupa Birliği bu şımarıklığı ödüllendirdi ve Güney Kıbrıs'ı diplomatik teamülleri alt üst ederek üye yaptı.
Güney Kıbrıslıların çözüm için bir motivasyonu kalmamıştı artık.
Ta ki doğu Akdeniz'de ciddi gaz rezervleri keşfedilene kadar.
Bu enerji kaynağının kullanımı ancak bir çözümle mümkündü. Ekonomik krizle boğuşan Güney Kıbrıs yönetimi de bu nedenle çözüme göz kırptı.
Türkiye, 2005 yılında da bu süreçte de çözümden yana olan taraf oldu. 2000'lerin ortasında Kıbrıs meselesi Türkiye iç siyasetinde epey netameli bir konuydu. Eski rejim unsurlarının provoke ettiği ve milliyetçi hassasiyetleri kaşıyarak çözümü tıkamaya çalıştığı günlerde bile AK Parti yönetimi çözümden yana taraf oldu.
Çözüme çok yaklaşmışken, Kıbrıs görüşmeleri bir kere daha hüsranla sonuçlandı.
Peki bunun sorumlusu kim?
En başta Güney Kıbrıs hükûmeti...