Türkiye ve Katar'ın Orta Doğu'daki kader ortaklığı Arap
baharından önce başladı ve özellikle Mübarek'in devrilmesinden
sonra artarak devam etti.
Bu ortaklığın temelinde biraz yapısal, birazsa ideolojik bir çıkar
ilişkisi yatıyordu. Türkiye ve Katar'ın uzun bir tarihe dayanan bir
ilişkisi yoktu, ancak iki ülke de ilginç bir konjonktürde değerli
bir dostluk gördü karşılıklı ilişkilerde. Bundan önce izledikleri
biraz konformist dış politikayı terk ederek, daha aktif bir dış
politika izlemeyi seçen bu iki ülke, bölgedeki statüko yanlısı
aktörleri kızdıracaktı. Türkiye ve Katar, Arap baharında bir fırsat
görmüştü. Diktatörlerin devrilmesi ile bu iki ülkenin kaybedeceği
bir şey yoktu. İsrail ve Suudi Arabistan-Birleşik Arap
Emirlikleri’nin (BAE) aksine, Arap ülkelerindeki kitlesel grupları
diktatörlerden tehlikeli görmüyordu bu iki ülke. Müslüman
Kardeşler’in olası bir iktidarı ne Mısır'da ne de Suriye'de, mevcut
diktatörlerin kalmasından daha karanlık bir gelecek
vadetmiyordu.
Mısır'da Mursi iktidarını deviren darbe kritik bir dönüm noktası
oldu. Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) koalisyonu
için Katar'ı cezalandırma vakti gelmişti. 2014 yılında bu blok,
Katar'ı ekonomik ve siyasi bir abluka ile hedef alacak ve Katar'ın
mevcut politikasını değiştirmeye zorlayacaktı.
Türkiye'nin 2014 yılında tavrı netti. Sisi yönetimini meşru
görmeyen Ankara, Suudi Arabistan-BAE bloku ile ilişkilerini
minimuma indirmeyi göze almıştı.
2017 yılına geldiğimizde, Suudi Arabistan-BAE koalisyonu yeni bir
fırsat gördü. ABD Başkanı Trump'ın gösterişli Riyad gezisi sonrası,
Katar'ı sindirmek için yeni bir hamleye girişildi.
Türkiye, bu sefer krizi daha temkinli izledi. Katar'a desteğini
baştan sundu ancak Suudi Arabistan ile köprüleri atacak bir
politika izlemeyi de tercih etmedi.