Siyasî iktidarın baştan beri “Kürt sorunu”nu terör örgütü üzerinden yürütmesi, terör örgütünün “muhatap” alınıp Meclis’in denklem dışı bırakılıp dışlanarak “çözüm süreci”nin hükûmetle terör örgütü cenderesine hapsedilmesi peşinen “sürec”i ıskartaya çıkarttı.
Dahası, terör örgütünün bu kırılganlıkta “şehir savaşları”na hazırlık için Doğu ve Güneydoğu’da cephanelik haline getirirken göz yumulması terörü daha da azdırdı.
PKK’nın silâhları nerede depoladığı, hangi mahallelere yığınak yapıldığı, hangi örgüt mensuplarının evlerinde silâh saklandığı güvenlik mercilerince bilindiği bildirildi. Kalaşnikof ve pompalı tüfek ile çeşitli tip ve ebattaki tabancalarla, başta el bombası olmak üzere muhtelif patlayıcıların özellikle Hakkâri, Şırnak, Ağrı gibi illerle Nusaybin, Cizre, Silopi gibi ilçelerde yoğun silâh sakladığı tek tek yazıldı. (Sabah, 8.8.15)
PKK’nın en az 17 ilçeyi silâh depolaması, son beş ayda 30’dan fazla asker/polisin Kanas keskin nişancı suikast silâhlarıyla şehid edilmesi, silâh yığınağının vahametini ortaya koyuyor.
MUHATAP MECLİS OLMALI
Bu arada Emniyete giden yüzlerce -400’ün üzerinde- ihbara ve güvenlik güçlerinin “operaspon talepleri”ne siyasî iktidarın tâlimatıyla valilerin izin vermediği defalarca ortaya çıkıyor.
Tıpkı, Oslo müzâkerelerinde, MİT müsteşarı Fidan’ın da dönemin Başbakanı’nın “özel temsilcisi” olarak aralarında bulunduğu teşkilât mensuplarının terör örgütü elebaşlarına “Şehirlere bomba doldurduğunuzu biliyoruz” ifâdesinde olduğu gibi.
Ne var ki, “süreç”te hep İmralı’nın nazara verilmesi, Kandil’den medet umulması, “çözüm”ü başarısızlığa açmaza itti. Terör örgütünün “muhatap alınması” terörü tehdit ve şantaj tehdidini unsuru olarak kullanmasına zemin hazırladı. “Çözüm süreci” fiyasko ile sona erdi, erdirildi.
“Çözüm süreci”nde “yeni master plânı”nın da neticesiz kalmaması için, bütün ikazlara rağmen AKP siyasî iktidarı hâlâ politik polemiklerle günübirlik konjonktürel siyasî hesâpların peşinini artık bırakması; ortak meşrû zeminlerde bütün alternatifleri, isâbetli tavsiyeleri ele alması lâzım.
Hükûmet, PKK’yı “Kürtlerin temsilcisi”, Öcalan’ı “Kürtleri lideri”, Kandil’i/terör örgütünü “çözümün kilidi” gören ve “sürec”i bu aktörler üzerinden lanse eden yanlışlara son vermeli. “Sürec”in salt istihbarat servisi elemanlarıyla terör örgütü elebşları arasında kotarılması yanlışından vazgeçmeli.
Zira Bedüzzaman’ın, bundan 94 yıl önce 7 Mart 1920’de İkdam gazetesine gönderip neşrettiği “Kürdler ve Osmanlılık” tavzihinde belirttiği vecihle, Kürtlerin inanç değerlerini tanımayıp millî vicdanlarına aykırı hareket edenler, vatan ve millet bütünlüğünü vatandaşlık ve kardeşlik ekseninde bin senedir aynı inanç değerleri üzerinde esas alan Kürtlerin temsilcisi olamaz.