Bediüzzaman'a göre Manevi Cihad -2
Kur’ân’daki “cihad emri”nin doğru anlaşılması için öncelikle mevzu ile ilgili bütün âyetlerin ve hadislerin bütünüyle ele alınması lâzım. İlgili âyet ve hadislerin nerede, niçin, hangi bağlamda irâe edildiğine, Resûlullah’ın ve sahabenin bu husustaki tatbikatına bakılması gerek.
“Umum Nur Talebelerine vefatından önce vermiş olduğu” ve “bizim vazifemiz müsbet harekettir, menfî hareket değildir” cümlesiyle başlayan “en son ders”te Bediüzzaman, cihadı “maddî” ve “mânevî” olarak ikiye ayırır.
Ve bunu özellikle dahilî meselelerde, haksızlığa ve zulme karşı direnişte “Hiçbir günahkâr, başkasının günâhını yüklenmez” (Fâtır Sûresi, 34) âyetindeki “müsbet hareket” Kur’ânî esası üzerine bina eder. (Emirdağ Lâhikası, 455-460)
“Müsbet hareket”i “rızâ-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır” ifâdesi ve “Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz” ibâresiyle izâh eder. Bunu “mânevî cihad’ın en büyük şartı” olarak belirler.
Mezkur âyetin “Bir câni yüzünden onun kardeşi, hanedanı, çoluk-çocuğu mesul olamaz” hükmüyle, dine hizmet için yol çıkan dinî cemaatlerin, câmiaların, grupların, dünyaya, devlete, menfaate mesâfeli durup aslî hizmetleri olan imanın ve ahlâkın tahkimiyle, mânevî hizmetlerle, demokrasi ve hürriyetin de altyapısının oluşturacağını beyân eden Bediüzzaman, Asr-ı Saadet örneğiyle “İman ne derece kuvvetlenirse, hürriyet o derece parlar” örneğini verir.