Seçime üç gün kala bir holdingin 22 şirketine kayyum atanmasının ardından medya grubuna müdahaleyle sansür edilmesi, Türkiye’nin demokrasi, hukuk ve ifâde hürriyetindeki vaziyetini bir defa daha gündeme getiriyor.
Çarpıcı olan, baskının “şahıs ve ilgili kişi ve kurumların elde edilen resmi belgelerinde mükemmel görüntü çizilmiş” denilen ve “hiçbir hatanın bulunmadığı” bilirkişi raporuna dayandırılması.
Hukukçuların tesbitiyle, yasaların kayyumun savcılarca atanmayacağı, görevlerinin şirketin yararlarını korumaları, zarara uğramasını önlemeleri kaydetmelerine karşı, ilk işlerinin gruba bağlı televizyonları karartmaları, gazeteleri baskıdan çevirmeleri, peşinen şirketi değer kaybın uğratmaları, atamaların hukukî bir karar değil, siyasî olduğunu ve “husûmet” içerdiğini ortaya çıkarıyor… Keza kayyumun tarafsız, bağımsız ve hiçbir partiyle ilişkisi olmaması gerektiği kayıtlarına karşı, atanan kayyumların bazılarının daha önce el konulan medya kurumlarına atanan iktidar partisine yakın “yandaş medya”dan temini, hatta parti üyeleri olmaları, hukukun ne denli örselendiğini ve yasaların hoyratça çiğnendiğini ele veriyor.