Sermayenin, malların ve parası olanın
özgürce hareket edebildiği, ulus devletleri kırıp geçen
küreselleşmeci düzenin dikiş tutmayacağı her geçen gün daha net
ortaya seriliyor. Bir sığınmacı krizi, Avrupa’nın büyük savaşların
yıkımları üzerine inşa ettiklerinin köküne kibrit suyu ekmeye
yetti. Avrupa çırpındıkça batıyor, ürettiği bütün insani değerlerle
birlikte... Bu krizin tozu dumanıyla yakın vadede ilk vuracağı
Almanya’nın ‘demir lady’si Angela Merkel
olacak gibi görünüyor.
Geçen haftaki AB zirvesinde alınan
‘Avrupa’nın dış sınırlarını korumak’ odaklı kararların fos
çıkması için aylar geçmesi gerekmedi. Birliğin ‘öncü
ülkesi’ Almanya’da Hıristiyan Demokrat koalisyon (CDU/CSU)
kendi içinde çatırdadı, şimdi büyük koalisyondaki Sosyal Demokrat
ortak SPD ve Avrupa’daki tek tek ülkeler isyan halinde.
***
Önce Merkel’in CDU’sunun Hıristiyan Demokrat
ortağı CSU’lu İçişleri Bakanı Seehofer sığınmacı
akınının bitirilmesi için istifa resti çekti. ‘Demir lady’
yoğun müzakereler ve tavizler eşliğinde kendisini şimdilik ikna
etti.
• İkna dediğimiz, Almanya’nın sınırlarını
tutmak. Daha önce bir AB ülkesine kayıtlı sığınmacılar için Almanya
sınırlarında ‘tahliye merkezleri’ oluşturmak. Bu çerçevede
ana rota Avusturya ile ikili anlaşma yapmak. Sığınmacıların
dosyalarının -ekonomik sığınmacılar mı, savaşlardan kaçıp geri
dönemeyecek olanlar mı olduğunu belirlemek- hızla görülmesi ve
istenmeyenlerin ilk kaydoldukları ülkelere geri
postalanması.
• Peki nereye? En başta
Avusturya’ya. Peki Avusturya alacak mı? AB dönem başkanlığını
devralan Avusturya’nın Başbakanı Sebastian Kurz
açıkça “Avusturya’ya yük olacak hiçbir anlaşmayı kabul
etmeyeceğiz” diyor. Onlar da İtalya, Slovenya’ya ve Macaristan
sınırına kendi duvarlarını çekecekler. Sığınmacı krizi ekonomik
krizle birleşerek zaten İtalya’da, Avusturya’da radikal sağı
yükseltti. Merkel’in ‘AB çözümünü’ açıkça istemeyen Çekya,
Macaristan, Polonya, Slovakya ve İsviçre’nin direnişinin kırılması
zor. Bu durumun Schengen bölgesini etkilemesi kaçınılmaz. Sıkı
kontroller altında ‘Avrupa’nın beyazlarına geçiş
serbestisi’ içerecek formülün ucunun nereye gideceği de
meçhul.
• Plan Afrika ülkelerinde de
kalkınma için yatırımlar eşliğinde sığınmacıların Avrupa’ya
ulaşmalarını engelleyecek ‘kabul merkezleri’ öngörüyor ki,
bunu yapacak Afrika ülkesi yok. Fransızların aklıevvel liberal
‘altın çocuğu’ Emmanuel Macron, Nijerya
ziyaretinde sığınmacı sorununu ‘Afrika’nın plansız nüfus
artışına’ bağladı, insanları ‘delice risklere girip
Avrupa’ya ulaşma düşüncesinden vazgeçirmek’ sihirli formülünü
önerdi. Bunun için Afrikalıların ‘öncülüğü’ gerekiyormuş.
Zaten artık kimse ‘sömürge dönemini anımsamıyormuş’. Öyle
buyurdu... Hasılı, Akdeniz’den insan toplamacaya devam.
***
Formülün asıl gürültüsü AB’nin ‘motor
gücü’ Almanya’dan işitiliyor. Almanya, Suriye krizinin
patlattığı sığınmacı akınında 2015 anlaşması çerçevesinde 900 bin
kadar insanı kabul etti. Avrupa’ya akan 1 milyondan fazla
sığınmacının büyük kısmını yani. Akın çoktan kesildi, bu sene 56
bin sığınmacıdan söz ediliyor. Almanlar artık ötesini istemiyor.
Üretilen ekonomik fazlayı paylaşmak, kültürel ve sosyal dokuyu
korumak refleksiyle ‘çok kültürlülüğe’ direnen milliyetçi
dalga kaçınılmaz olarak yükseliyor.
Merkel’in Seehofer ile uzlaşmasının -akıbetinin
belirsizliği bir yana- sebebi ekimde Bavyera’daki eyalet
seçimlerinde CSU’nun sığınmacı karşıtı radikal sağcı AfD’ye karşı
ipleri yitirmesi kaygısıydı. Tabii ‘tahliye merkezleri’
Merkel’in büyük koalisyondaki ortağı SPD tarafından kabul edilmiş
de değil.
Merkel’in yapabileceği fazla bir şey yok.
Komşularla bitmeyecek bir gelirim, koalisyonunun çökmesi ve hatta
erken seçimler eşliğinde AfD’nin yükselişini önlemek
zor.
***