Türkiye’yi yönetenlerin Suriye tutumunu konuştuğumuz bir dostum
geçen hafta, “Ahmet Davutoğlu gitti,
ideolojisi baki” dedi. İsabetli bir saptama! Üstelik darbe girişimi
dönüm noktası olup çıkmışken, Davutoğlu’nun ideolojik dış
politikası için de olanca riskleriyle birlikte “uygulama
zemini” yakalanmış olundu.
O gün bugündür “yurtta sulh cihanda sulh” mottosuna dönüleceğini
umanlar haklı olarak “aman TSK akıbeti meçhul bir maceraya
sürüklenmesin” ikazları yapmakta. Sorun, bizlerin memleketin başına
gelebilecek daha vahim gelişmeler yüzünden “bataklık” gördüğümüz
yerde, birilerinin “fırsat penceresi” bulmaları.
***
Suriye’ye TSK müdahalesinin yolu, uluslararası planda sınır hattından gelen saldırılara “meşru yanıt” çerçevesine oturtulması; ülke içinde de Suriyeli Kürtlerin oluşturduğu koridorun “ulusal güvenlik meselesi” olarak algılanması üzerinden açıldı. ABD ve Rusya gibi dış aktörlerin olası hesaplarıyla örtüştüğü oranda mümkün oldu. Şu koşullarda geriye dönüşü kestirmek güç.
***
Ancak Türkiye’yi yöneten siyasi zihniyetin “asker kayıpları”
yahut IŞİD’den kaynaklanacak iç terörden ötürü “zorda kalacağını”
söylemek ne kadar isabetli? Zira Suruç’tan bu yana teröre kurban
verdiklerimiz de, 33 günlük operasyonda yitirdiklerimiz de maalesef
fark yaratmadı. Tersine Halep’i de içine alan “Sünni hilali,
İhvancı damar” gibi zeminler mevcutken, küçük askeri kayıplar
içeride milliyetçiliği besleyip OHAL rejiminin kurumsallaşmasına
“hizmet ederse” şaşırmamalı.
Misal, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ÖSO şemsiyesi
altında herkesin bildiği cihatçı grupları “ılımlı” diye sunarken
kurduğu şu cümlelerin şaşırtmadığı gibi: “Şu anda Cerablus olayını,
Rai olayını biz onlarla gerçekleştirdik. Biz lojistik desteğimizi
verdik. Fırtına obüslerimizle destekledik. Bazı
tanklarımız bu arada yok oldu, varsın yok
olsun. Mesele Cerablus’u kurtarıp halkına orayı
teslim etmekti, bu başarıldı. Rai’yi kurtarıp Rai halkına teslim
etmekti, bu başarıldı. Şimdi El Bab’a doğru operasyon
genişliyor.”