Memlekette şubat sonu ayazında ‘bahar gelsin’ demeye korkar olduk… Savaş oyun değildir, biliriz, aklımızla idrak ederiz. Başlatması kolay, bitirmesi zordur. İnsanlıktan yitiririz, kaçarı yoktur. Ahmet Arif’in “Yediveren Gül”ünün diyarı Diyarbakır’a gidince korkularım daha da arttı. Beş senedir Arap ellerini dolaşmaktan kalma reflekslerle düşündüm, baharın da, kara kışın da izine düştüm…
Benim gördüğüm Diyarbakır’da derin bir hayalkırıklığı, bezginlik, isyan ve kaygılarla karışık bir halet-i ruhiye hakimdi. Sıradan insanların çaresizliği en fecisi. “Sur” dediğimiz Diyarbakır’ın yüreği. O yürek kanayınca, kolları bacakları tutmaz oluyor.
Güvenlik güçlerine tepki büyük, en başta sivillerin gözetilmemesinden. Sur’a doldurulan özel harekatçılar, PÖH’ü, JÖH’ü, Esadullah’ı herkesin dilinde… 7 Haziran’da yüzde 81 oranını aşan, 1 Kasım’da yüzde 75’e gerilemiş HDP’ye siyaseten güvensizlik eksik değil. PKK’ye (Kandil) destek de gördüm, savaşın şehre taşınmasından ötürü kırgınlık ve öfke de…
SAVAŞIN KALBİ SUR…
200 bin insanın çoğunun göç ettiği Sur’un ağırlığı herkesin üzerinde. Suratlar kısa aralıklarla işitilen patlamalarla irkiliyor. Her yerde TOMA’lar, Akrep’ler, Kobra’lar, Kirpiler. Yeni “Beyaz Toros”lar ise “Ranger”lar.