Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “Büyükelçiler Konferansı” açılışında, “Dış politikada popülizm ve hamasete yer yoktur. Her zaman mutedil ve temkinli bir dil kullanıp, yapıcı ve yaratıcı öneriler getireceğiz” sözleri karşısında “gözlerimiz yaşarsa” yeridir. Keşke Türkiye’ye yön veren siyasi heyetin böyle bir vizyonu olsaydı diyeceğiz de, deneyim el vermiyor.
Hakikatte “malum fıtrat” sebebiyetiyle halimiz, “aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” misali. Onca popülizm ve hamasetin ardından 2015’e “İsrail’e ihtiyacımız olduğunu” işiterek veda ettik. 2016’ya “dört parmak çıkarılmış” Abdülfettah el Sisi’nin Mısırı’na davetiye ile girdik. Dışişleri sözcüsü Tanju Bilgiç, 54 üyeli İslam İşbirliği Teşkilatı’nın dönem başkanlığını Türkiye’ye devredecek olan Mısır’ı 1015 Nisan’daki İstanbul zirvesine “doğal olarak” davet ettiklerini açıkladı. El Sisi gelir mi, gelirse hangi koşullarda?
Reelpolitik zeminde normalleşme yeğ olsa da, Türkiye’nin taşındığı aşamada neresinden tutsak elimizde kalıyor.
***
1- İsrail ile normalleşmeyi aralık sonunda yazdık. Bir kısım odaklara yarayan ticaret “tam gaz katlanmıştı” zaten. Rusya’yı yitirmiş Türkiye alternatif enerji tedarikçileri arıyor. Gayet rasyonel. İlişkilerin kilidi ise İsrail’in Türkiye’nin Gazze’ye doğrudan gemi göndererek yardımına izin vermesi ve “iç siyasette ideolojik kullanım değeri” nedeniyle Tayyip Erdoğan’ın “Gazze çıkartmasına” geçit vermesinden geçiyor. Yani neredeyse “imkânsızlardan”...
Misal Başbakan Ahmet Davutoğlu da mayısta Sakarya mitinginde “Mescidi Aksa’ya postalla girenlerle biz dost olmayız” buyurmuştu. Kendisini sabah ve akşam söyledikleri tutmadığı için geçiyoruz. Aslolan Erdoğan olduğundan dönüp Mısır’a bakıyoruz…