Körfez’in mutlak monarşilerinin bir aydır süren ‘it dalaşını’ izlerken halimiz ‘güler misin ağlar mısın’. Bir tarafta Ortadoğu’daki bütün musibetlerin baş menbaı Suudi Arabistan olunca, talep listesi dayatılan bıdıcık Katar bir mağdur bir mağdur sormayın! Batı’daki kimi medya ve düşünce kuruluşlarının analizlerini okurken insanın gözleri yaşarıyor.
Oysa ki WikiLeaks, hem Suudi Arabistan hem de Katar’ın dünya çapında Sünni teröristlere mali desteğin en önemli kaynağı olduğunu, Amerikan elitlerinin de bunu gayet iyi bildiklerini ifşa edeli çok oldu. Suud dediğimiz, zaten kendisine dokunmadığı müddetçe on yıllardır Türkiye dahil Müslüman nüfusun bulunduğu her yere ‘İhvancılık ekiminde’ katkısını esirgememiş bir yönetim. Katar da farksız. Katar dediğimiz; hulasası taşları siyasal İslamla döşenen ‘başıboş aşırılıkçılık’ ve ‘insafsız otoriteryanizm’den ibaret sözde ‘Arap Baharı’nınbaşmanipülatörü.ElCezireisimli TV’nin İngilizce versiyonuyla ‘demokrasicilik’ oynarken; Arapça versiyonuyla en koyu mezhepçiliği yayan yönetim.
***
Gelişmelere bakıp hangisine gülsek, hangisine ağlasak bilemiyoruz. 2012-2013 yıllarında Katar’dan Türkiye ve Ürdün’e silah taşıyan uçaklarla, CIA’nın danışmanlık rolüne mi? Yoksa Doha’nın İhvan destekçiliğinin yanı sıra Afganistan’daki Taliban’a destekle suçlanmasına mı? Katarlılar haliyle “Hepiniz oradaydınız” diyor; Taliban’ın Doha’da ofis açmasının müsebbibi Amerikalılar. Henüz arkası gelmeyen en heyecan verici itham, kanımca Katarlıların Lübnan’ın eski başbakanı Refik Hariri suikastına dair ‘Suudilerin iyi bildikleri belgeler olduğunu’ ima etmesi. Vaktiyle Suriye ve Lübnan Hizbullahı’nın üzerine yıkılmış olan bu vakanın aydınlanması doğrusu şahane olur.
Körfez’in kirli çamaşırlarını izlemek pek keyifli. Lakin, Türkiye’yi yöneten siyasi akıl, ne idüğü belirsiz ‘stratejik fırsatçılık’ ile Doha’ya asker yollayarak uzak coğrafyadaki bu ‘it dalaşına’ karıştığından, haliyle insan kaygılanıyor. Bu sayede düne kadar memleketin tepelerinin satıldığı Suud’dan tehdit almak da nasip oldu.