Bugün Hitler Almanyası’nın 3 milyon Nazi askerini Sovyetler Birliği’nin üzerine salarak işgali başlatmasının 77’nci yıldönümü. İkinci Dünya Savaşı’nda 20-25 milyon Sovyet insanı can verdi, koskoca bir coğrafyada milyonlarca insan yerinden yurdundan edildi, nüfus altüst oldu. Nazizmin elbette dünyanın başka ülkelerinde de kurbanları eksik değil ama o savaşın en büyük bedelini Sovyetler halkının ödediği muhakkak. Savaş sonrasında Almanya, Sovyet halkından hiç özür dilemedi. Başka ülkelerle kıyaslanırsa pek az tazminat ödedi.
***
Bugün Nazi Almanyası yok. Soğuk Savaş ve ardından köprülerin altından çok sular aktı. Sovyetler Birliği’nin çöküşü pek çok coğrafyada halklar arasına yeni parçalanma, kavga ve düşmanlık tohumlarını ekti. Bu tohumlar 30 senedir milliyetçilik, ırkçılık, yabancı düşmanlığını filizlendirdi. Doğu Avrupa’dan Ortadoğu’ya ve Orta Asya’ya doludizgin rakipsiz neoliberal düzenin dünyanın dört yanında yarattığı ekonomik-siyasi çatışmalar eşliğinde bu filizler ‘çiçeklendi’. Kimi yorumculara göre hızla üçüncü büyük savaşa koşan bir dünya tablosu var.
***
İki gün önce 20 Haziran Dünya Mülteciler
Günü’ydü. Savaşlar ve çatışmaların yarattığı sığınmacı meselesinin
ne menem bir küresel krize dönüştüğünün örnekleri yine gözümüze
girdi.
İlki Akdeniz’in orta yerinde Aquarius gemisi tarafından kurtarılan
629 Afrikalı oldu. İtalya’nın yeni sağcı hükümetinin açıkça
reddettiği sığınmacılara İspanya’nın yeni solcu Başbakanı
Sanchez kucak açtı. ‘Medeni
Avrupalılar’ ne yapacaklarını şaşırdılar.
İkincisi Trump yönetiminin ‘sıfır
hoşgörü’ politikası çerçevesinde Meksika sınırından giren
göçmenleri gözaltına aldırması, çocukların ailelerinden alınıp
kamplara konulması ve herkesi şoke ediveren bir ses kaydı.
Bu iki vaka vesilesiyle hassasiyetler ortaya dökülüp saçıldı.
Misal, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo,
çatışmalardan ötürü evlerini terk etmek zorunda kalan milyonlarca
insanı ‘güçlü, cesur ve dayanıklı’ diye niteledi, onların
anılmasında BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ve uluslararası
müttefikleriyle birleştiklerini belirtti. Çözümü de ‘insani
yardımlarda dünya lideri’ diye sunduğu kendi hükümeti,
müttefikleri, uluslararası finans kurumları ve özel sektörün
bulacağını öne sürdü.
Yani rejim değişikliği gündemi için egemen ulus yapılarını ezip
geçmekte sınır tanımayan, rızayla olmazsa eğer, militarist
aygıtlarını devreye sokmaktan çekinmeyen ABD yönetimi çözüm
bulacak.
***