Türkiye’de her açıdan laçka bir rejimin en mahir olduğu mevzu, suyu bulandırıp balık avlamak. Son vakamız Suriyelilere vatandaşlık. Komşu ülkenin evini başına yıkan politikaların baş müsebbibleri, dış politikada şantaj aracı yaptıkları sığınmacıları iç siyasette de başta demografik değişim ve iskân yoluyla seçmen yaratma ve başkanlık emelli ajandaları için kullanışlı kılma derdindeler.
***
Suriye savaşının taşıdığı 3 milyona yakın sığınmacı üzerinden ‘vatandaşlık’ söyleminin tartışma yaratmaması imkânsız. Kitlesel göç dünyanın hiçbir yerinde hayra alamet değildir. Hiçbir ülke “yolgeçen hanı” mantığıyla hareket edemez. Oysa bizdeki süreç 2011 yazında başlatılan “açık sınır” politikası ile bir yandan savaşı körükleyecek askeri kamplarla, diğer yandan sivil kamp promosyonlarıyla yürütüldü. BM ve uluslararası kuruluşlar mümkün olduğunca az müdahil edildi. Sonucu denetimsiz ve devasa bir “gri alan” oldu. Üniversitelerin saha araştırmaları bile izne tabi kılındı. İnsani politikalar siyasal İslamın aracı yapıldı.
***
Şimdi iflas etmiş bu politika Türkiye nüfusu için bile hazmı kolay olmayan bir insani tablo yarattı. Zaten adil olmayan paylaşım düzeninde, hele de ülkenin fay hatlarını kaşımayı iktidarda kalma aracı kılanlar varken, kaygılar doğaldır. Ama unutmamalı ki, Suriyeli mağdur sığınmacılara her türlü haksızlığın reva görüldüğü bir zemindeyiz. Bir yanda sanayilerde sosyal güvenlikten yoksun yarı fiyatına çalışanları var; diğer yanda sınır illerinde Türkler üzerinden işletme kiralayıp zenginleşenleri. Bu “adaleti tutturmanın” zor olduğu bir mevzu.
Lakin, “İstemiyoruz, gitsinler” diyerek olmaz. Türkiye’de kimilerinin dile getirdiği üzere “Hayat Suriyelilerin önemli bir kısmına güzel” değil. Olsa olsa “AKP’nin cihatçılarına güzel” olabilir.
Doğal afetler değilse, insani krizler siyasi tasarrufların ürünüdür. Salt göz yaşartan hümanizmayla çözülemez, yahut her kaygı belirtene “sen ırkçısın” denilerek “tersine ırkçılık” yaratma tehlikesi yüklü “ahlaki üstünlük” saçan hışımla da...