Maşallah, Türkiye’yi yöneten zihniyet,
yürüttüğünü söyleyip durduğu ‘değerlere dayalı’ dış
politikayı terk ettiğinden beri, sözde ‘realist dış
politika’ devrede. Türkçe meali, ‘önümüze
gelene bir tekme’ hesabı
takılıyoruz. ‘Realist dış
politika’, ‘gözünün içine baka
baka kıvırmak’, rasyonel akla
dayalı hamleler ve bunların tezahürü olan adaba dayalı diplomasi
üslubunun topyekûn yitip gitmesi. Ne manidar ki üslup Batı’ya karşı
farklı, ‘ideolojik kardeşlik’
beslenenlere farklı. İkisinin de getirisi
tartışmalı.
İki örnekten bakalım. Birisi Körfez’in
Vahhabi/Selefi monarşisi Suudi Arabistan, diğeri ‘Batı âleminde
Türkiye’den sorumlu’ diye bile anabileceğimiz Almanya.
İkisinin de Türkiye’yi yöneten egemenlerle on yıllara uzanan derin
bağları, siyasi ve ekonomik yatırımları mevcut.
***
Suudi Arabistan, 2013’te Mısır’daki İhvan
darbesinden bu yana Birleşik Arap Emirlikleri’yle birlikte
Türkiye’ye karşı da ‘hasmane işlere
soyunduğu’ bizzat yandaşlar tarafından dile getirilen ülke.
Suudilerin Katar ile yaşadığı krizde İhvan’a
açık ‘terörizm’ ithamları
aynı ideolojik çizgideki Ankara’yı doğal olarak rahatsız etti.
Ankara “ulu ABD’yi kolaçan edip” bu krizde Doha’nın
yanında hizalandı, üs anlaşmasıyla Türk askeri Katar’ın
‘kılıcı’ kılındı. Mesele Riyad’ın gözüne batınca
Suudilerin BM temsilcisinden
“Türkiye eğer Arap dünyasına gizli
saklı girerek müdahale etmeye
çabalıyorsa, bu dönem geçti”
zılgıtı geldi.
Ankara ‘elin Suudisine
had bildirmek’ yerine alttan aldı. Suudi Arabistan, Kuveyt ve
Katar ziyaretleriyle Körfez krizinde ‘arabuluculuğa’
soyunuldu. Pek de ‘kırmızı halı serilmediği’ anlaşılan
ziyaretin yorumu BAE’den geldi: “Ankara
yeni bir şey sunmadı. En iyisi tarafsız
kalsın.” Bu ‘sıfırla çarpan’ konumlandırmasına rağmen
Ankara’dan Riyad’a
“Hadimu’l Haremeyni
Eş-Şerifeyn” (Mekke ve Medine’nin
koruyucusu, hizmetkârı) sıfatları bahşedildi.