Ortadoğu’nun haritasını çizdiğine inanılan Sykes-Picot
Anlaşması’nın 100. yıldönümünde tarihi atıflardan hareketle günümüz
üzerine düşünmeye devam edelim...
Dönemin büyük güçleri Britanya ile Fransa’nın gizlice yaptıkları,
Bolşevik Devrimi sayesinde dünyaya mal olan Sykes-Picot çatırdıyor,
doğru. Deyim yerindeyse “Birinci Sykes-Picot”da “evdeki hesaplar
çarşıya uymamıştı”. Eğer “yapılmaktaysa” kuvvetle muhtemel ki,
ikincisinde de “uymayacak”.
***
Ortadoğu’da 20. yüzyılda dönemin ruhuna uygun biçimde içi bütün
sorunlu yanlarıyla birlikte “ulusçulukla” tanımlanmış “Birinci
Sykes-Picot”nun aksine, “ikincisinin” içini doldurmaya çalıştıkları
ana ideolojik harç “siyasal İslam” olarak tezahür etmekte. Bu da
daha derin sorunları beraberinde getiriyor.
Zira çıkarları doğrultusunda yeni haritalar arzulayan Batılılar
“siyasal İslam”dan kendi neoliberal düzenlerine uyacak türden
istikrar içeren bir çerçeveyi nafile umut etmekteler. Oysa alenen
içinden “demokrasi” de çıkaramayacaklarının farkında oldukları El
Kaide’nin ideolojisini bile devreye sokar haldeler.
Bölgenin seküler modernleşme sürecinden geçmiş ahalisini dışlayıp
salt kendilerine “yerellik” atfeden siyasal İslamcıları ise
fırsattan istifade “sınırsız” bir İslam coğrafyası yaratma peşinde
koşuyorlar. Bu da nafile.
***
Mali sistemin küreselleşmesine, internette sınırlar aşan
geçişken bir enformasyon ağına rağmen AB üstyapısının gidişatına
bakmak dahi ulus devlet sürecinin bitmemiş olduğunu gösterir.
Bitmemekle kalmıyor, ekonomik kriz, işsizlik, savaş ve yıkım
coğrafyalarından sığınmacı akını, Avrupa’yı yeniden ulus devlet
iradesini pekiştiren bir yola sokmakta.
AB idari yapısı bugün referandumlarla zorlanıyor, ulus devletler
kendi ekonomik ve sosyal sorunları nedeniyle ulus-üstü yapıyı
zorluyor. Misal, Britanya’da 23 Haziran’da düzenlenecek AB’den
çıkma referandumu -zannetmiyorum lakin- ayrılık yanlılarının lehine
biterse, başka bir trend’e işaret edecek.