ABD Başkanı Trump teslim etmeli ki, Amerikan diplomasisi açısından ‘çok cesur’ bir karara imza attı. Aslında ABD Kongresi’nin 1995’te aldığı, kampanya vaatlerinde kullansalar bile hiçbir başkanın uygulamaya cesaret edemediği bir karara imza attı. Dünya çapında üç dinin takipçileri için de kutsallık içeren Kudüs’ü (Yaruşalayim/Jerusalem) resmen İsrail’in başkenti olarak tanıdıklarını ve elçiliklerini taşıyacaklarını duyurdu.
Bu karar dünyanın en etkili devletinin; insanlığa büyük yıkım getirmiş iki dünya savaşının ardından şekillenmiş ve Ortadoğu’da sömürgecilik döneminden çıkıştan kalma en çetrefilli mesele olan İsrail-Filistin anlaşmazlığında açıkça İsrail’den yana tavır alması demek.
***
Kararı açıklarken, “Çocuklarımız sevgimizi miras almalı, çatışmalarımızı değil” gibi dokunaklı cümleler kuran Trump, bu hamlesinden bir ‘barış süreci’ çıkması umudunu da dile getirdi. Bugünden yarına buna İngilizcedeki ‘wishful thinking’ (hüsnükuruntu) denilebilir. Yolsuzluk ithamlarından bunalmış İsrail Başbakanı Netanyahu’ya ‘ilaç gibi’ gelecek bu karar, ortada zaten barış süreci de yokken, ABD ve İsrail cephesinin hep savunageldiği ‘iki devletli çözüm’ formülüne sıkılmış bir kurşun. Öyleyse asıl soru niye sıkıldığı ve niye şimdi sıkıldığı?
***
İsrail; BM taksimini Arapların reddetmesi eşliğinde 1948’de kurulması sonrasında salt Batı Kudüs’ü elinde tutuyordu. Ortadoğu’nun Süveyş krizi ile sarsıldığı yılların ardından 1967 savaşıyla o vakitler Ürdün’ün kontrolündeki Doğu Kudüs’ü de ele geçirdiler. İsrail’in Kudüs’ün bir bütün olarak başkent ilanı 1980’deki ilhakla geldi. Uluslararası toplum bu ilhakı tanımadı. Filistinliler Doğu Kudüs’ü gelecekteki devletlerinin başkenti görse de İsrail’in yerleşim birimleriyle genişleme politikalarına mani olamadılar. Yine de Kudüs’ün statüsü 1993’teki Oslo sürecinden beri müzakere masasının unsuru olageldi. Bugün Kudüs’te 850 bin kişi yaşıyor. Nüfusun yüzde 37’sini Araplar, yüzde 61’ini de Yahudiler oluşturuyor.
***