ABD Başkanı Donald Trump’lı dönemde uluslararası ilişkilerle alakadar zevat olarak hepimizin ‘beyni döndü’. Istırap dolu altı ay içinde, neyi nasıl anlayacağımızı şaşırdık. Boşuna kendisini ‘Çılgın Donald’ diye anmıyoruz. Tabii ki mevzu Trump’ın bizatihi kendisi değil. Ergin Yıldızoğlu hocanın bu haftaki yazılarında isabetle kaleme aldığı üzere, bunlar ‘Amerika’nın asli unsurunu oluşturduğu hegemonyanın dağılış sürecinin’ tezahürleri. Trump’ın varlığı ‘sebepten’ ziyade ‘sonuç’. Amerikan müesses nizamı içerisindeki büyük kapışma Trump’la birlikte daha görünür sadece. Mevzu Trump’ın bunları yönetme/ yönetememe biçimiyle de alakalı. Elbette aynı şekilde ‘fırsatlar’ sunmakta. Ancak bu hegemonyanın kolayca yitip gitmesini beklemek saflık olacakken, ABD’de devreye sokulan beş tehdit formülasyonu (Rusya, Çin, İran, Kuzey Kore ve terörizm) eski kâbusları canlandıracak cinsten.
***
Trump, kampanyası boyunca Rusya ile iyi ilişkiler salık verdi. Yemin edip göreve başlamadan Hillary Clinton’a sandıkta taktığı çelmeyi hazmedemeyenler tarafından başına ‘Rusyagate’ sarıldı. Pulitzer ödüllü efsane gazeteci Seymour Hersh’e bakarsak bu bizzat ‘CIA operasyonu’. Bilemiyoruz. Vardığı aşama, geçen hafta Kongre’nin ‘Amerika’nın Düşmanlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası’ oldu. Trump da onaylamak durumunda kaldı. Baş hedeflerden birisi Rusya. Yani Trump artık ağzıyla kuş tutsa Kongre’den onay alıp Rusya Federasyonu’na yönelik Obama’dan kalma yaptırımları kaldıramaz. Ne ekonomik olanlarını ne de diplomatik yaptırımları... ABD’nin Suriye ve Ukrayna’daki ‘mecburi’ işbirliğini Trump’ın hanesine yazıp alttan alan Moskova için artık muhtemelen işler değişecek.