Sadece bizde değil Batı’da da ‘ölünün arkasından konuşulmaz’ deyişi vardır. Bizden daha iyisini yaparlar, eleştirel aklın tezahürü olarak, özellikle tarihe mal olmuş şahsiyetler hakkında yazarlar.
İşte onlardan birisi 1998’de Le Nouvel Observateur’la söyleşisinde, “Dünya tarihinde hangisi daha önemli? Taliban mı yoksa Sovyet İmparatorluğu’nun çöküşü mü? Bazı heyecanlı Müslümanlar mı, yoksa Orta Avrupa’nın kurtuluşu ve Soğuk Savaş’ın sonu mu” demişti. Söyleşiyi yapan, ‘İslamcı köktendinciliği besleyip bugünkü terörizmi yaratmış olmaktan pişmanlık duyup duymadığını’ ısrarla sorunca da, “Saçmalık! Batı’nın İslamla ilgili hep küresel bir politikası olduğu söylendi. Bu aptalca. Küresel İslam yoktur” yanıtını vermişti.
Eh şimdi var olmak durumunda! Zaten ‘saçmalık’ tespitinden dört sene sonra New York’taki İkiz Kuleler iniverdi, Pentagon’un bir kenarı yamultuldu. 21’inci yüzyılda Amerikan hegemonyasının siyasal İslam yatırımı da, siyasal İslamla krizleri de bitmek bilmedi. Dinin siyasete alet edilmesinden salt laik modernleşme süreçlerinden geçmiş, bizim gibi bir ayağı Ortadoğu’da olan toplumlar değil, Batı da mustarip. Bugün IŞİD ve El Kaide markaları Suriak’tan ses veriyor, yankısı Sina’dan, Libya’dan, Filipinler’den, Manchester’dan, Paris’ten, Berlin’den işitiliyor.