Yalova’daki son deprem, bir ülke ölçeğindeki İstanbul’a, beklenen büyük depremi hatırlattı.
Biliyorsunuz değil mi?
Beklenen o büyük deprem gerçekleştiğinde, başka bir şey konuşamaz hale geleceğiz. Eğer hayatta kalırsak tabii.
Ne yıkıcı başkanlık ihtirası, ne çatışma, ne Brexit, ne o ne bu.
Depremin, evimizde, kendimizde ve ruhlarımızda bırakacağı enkazdan başka bir konu kalmayacak hayatımızda.
Ve aynı yalanları onlarca kez tedavüle sokmaktan utanmayan siyasetçisinden doymak bilmeyen müteahhidine, küfürbaz işadamından, kalemini, ruhunu satmış “gazeteci”sine kadar, o felakette çalarak ya da susarak payı olan herkes ama herkes sorumluluğu yokmuş gibi davranacak.
***
Tabii ki haklısınız. Tabii ki ağzımdan ve klavyemden yel alsın. Ve bu depremin hiç gerçekleşmemesini dileyelim.
Eğer sadece dilemek, bilimsel öngörüleri değiştirecekse, koro halinde dilemeye devam da edelim. Ama bu dilekte bulunurken, İstanbul’un 1999 yılındaki fotoğrafları ile bugünkü fotoğraflarına yan yana bakmayı ihmal etmeyelim. Resmi rakamlara göre Marmara Depremi’nde en az 21 bin kişi yaşamını yitirdi. Gerçek sayının bunun çok üzerinde olduğu hep söylendi.
Bu ölçekte bir afet yaşayan bir metropolün, bugün çoktan hazır hale gelmesi gerekirken; 17 yıl arayla çekilmiş fotoğraflar bize korkunç bir şey anlatıyor: Kaçıp sığınacak bir alan yok!
Oysa Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın adı bozulup henüz Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olmamışken, rahmetli Bülent Ecevit, depremin ardından, “afet toplanma” amaçlı kullanıma yönelik olarak boş alan envanteri yaptırmıştı.
***