15 Temmuz kanlı darbe girişiminin yol açtığı; önümüzdeki on
yıllar bakımındansa tetiklediği tahribatı, bugünden ölçmek mümkün
görünmüyor.
Bir kısmı henüz kaçak konumunda olan darbecilerin iktidar hırsı,
250 canın yanı sıra, Türkiye’yi savunma, güvenlik, eğitim, yargı
gibi; devlet kuramında bir devleti devlet kılan asli alanlarda
hayli kırılgan bir eşiğe taşıdı.
İktidar, Olağanüstü Hal düzenlemesinin, darbecilerle hesaplaşmanın
yanı sıra, bu kırılganlığı onarmak amacıyla çıkardığını anlatmaya
çabalıyor. Gelgelelim, yönetim askeri bir nitelik kazanmasa da
yürütme erkine tanınan takdir yetkisinin genişliği, 15 Temmuz
öncesinde pek de güllük gülistanlık bir hukuk devleti sayılmayacak,
anayasası sözle ve fiille epeydir askıya alınmış Türkiye’de
toptancı ve kalıcı hak ihlallerine yol açılacağı kaygısını
derinleştiriyor. Gazete sayfalarına yansıyan işkence görmüş beden
fotoğraflarının normalleştirilmesi kabul edilemez.
‘Alacakaranlıktaki ülke’
Hayatına kastedilen Cumhurbaşkanı Tayyip
Erdoğan’ın, darbeyi eniştesinden öğrendiği gibi kulağa ilk
anda şaka gibi gelen bilgiyi dünyayla paylaşmaktan kaçırmaması,
hayatının tehlikede olduğu o çok kritik dakikalarda,
vaktiyle “sırküpüm” diye nitelediği MİT Müsteşarı’na
ulaşamayışı, gerçekten akıl alır gibi değil. Yanı sıra, geride
kalan bir hafta boyunca, kanlı girişimle ilgili yansıyan yeni
bilgiler, savcılık ve mahkeme tutanakları, bir yandan bu korkunç
planın arka planını aydınlatırken diğer yandan da meselenin
sanılandan çok daha derin ve karmaşık boyutlar içerdiğini yansıtan
bir alacakaranlığa dönüştürüyor.
Gelgelelim, meselenin hiç de derin ve karmaşık olmayan öyle temel
bir boyutu var ki, iktidar ve taraftarlarınca sistematik olarak
gözden kaçırılmaya çalışılıyor.
Cumhuriyet tarihinin bu en kanlı ve yıkıcı
krizinde “dinamo” rolü oynayan Cemaat taraftarlarının
devlet aygıtında bu korkunç planı uygulayabilecek konfor içinde
konumlanışında, birinci derecedeki sorumlunun, bizatihi yıkılmak
istenen mevcut iktidar olduğunun geçiştirilecek, hafife alınacak
bir yanı yoktur.
İktidardan samimi bir özeleştiri beklemenin naifliğinin
farkındayız. Bu özeleştiriye gönül indiremiyor olabilirler. Fakat
hiç değilse, bu çağda herkesin zekâsına hakaret etmemelerini
beklemek hakkımız.
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Meclis kürsüsünde
OHAL’i takdim ederken Cemaat’i“40 senedir büyüyüp de
göremediğimiz bu tehlike” diye nitelerken mesela, acaba
nasıl bir inandırıcılık bekliyor olabilir bu toplumdan?
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman
Soylu, Fethullah Gülen’in emekli
maaşını kestiklerini açıklarken, bu işlemin
neden, “koalisyon”un bozulduğu 3 yıl önce değil de bugün
yapıldığının hiç merak edilmediğini mi sanıyor?