12 Eylül darbesinde lise öğrencisiydim.
Hayatı, dünyayı anlama sürecimiz; askeri cuntanın uyguladığı
vahşet, toplumsal alanda bıraktığı tahribat ile iç içe
geçti.
Taşıdığı silaha, binlerce kişiyi yönlendirme gücüne, rütbesi
sebebiyle sahip olduğu askeri varlığa yaslanarak; ülkede kimin
yaşayıp kimin öleceğine, yaşamayı hak edenlerin ise nasıl
yaşayacağına karar verme yetkisini kendinde gören; dahası bu
cüretkârlığı ülke severlikle maskeleyen her oluşumu, sadece
ürkütücü değil, tiksindirici de buluyorum.
Dolayısıyla, AKP rejimiyle kol kola 10 yıl gayri resmi koalisyon
ortağı olarak pek çok hukuksuzluğa ortak imza attıktan sonra
tasfiyeye uğrayan Cemaat’in, TSK içindeki taraftarlarının
kalkıştığı darbe girişimini de öyle.
***
Darbe girişimi, kalkışma, isyan, başkaldırı...
15 Temmuz gecesini tanımlarken gerçekleşme biçimi ve sonuçlarına
bakarak değişik kavramlar kullanılıyor. İsimlendirme önemsiz
değilse bile, derdi, gerçekten demokrasi kültürü, hukuk devleti
olanların kaygısını derinleştiren konu başka.
Küresel sermayenin savaş ve işgal zamanlarında utanmazca
kullandığı “krizi fırsata çevirme”ye benzer bir durumla
karşı karşıyayız. AKP rejimi, darbe girişimini siyasi zeminde, gücü
tahkim edecek fırsatlar penceresine dönüştürmeye kararlı.
Yüzlerce kişinin öldüğü 15 Temmuz’u bayram ilan ederek, bir yandan
acıklı yüz ifadeleriyle cenaze törenlerine koşarken diğer
yandan “kutlamaları” bir haftaya uzatacak pespayelikte
bir tutum sergileyerek üstelik.
Fırsatın bir diğer boyutu, camilerdeki senkronize sala-ezan yayını
eşliğindeki sokak hareketinde. Erdoğan’ın
çağrısıyla sokağa dökülen “millet” içinde eli silahlı,
kayışlı, hilafet bayraklı, her an lince kalkışacak potansiyeldeki
kişilerin çokluğu, demokrasiyi savunma filan değil, bilakis tersini
söylüyor bize:
İktidar uygulamalarını demokratik yollarla eleştirip protesto
edecek her kesime karşı bir “bastırma” aracı olarak
kullanılacağı. Bu yanıyla o grupların yaydığı korku verici hava,
darbe girişimcilerinden daha az tiksindirici değil.
***