“Bu topraklarda yaşayan toplumun yarısına
yakını katliamları umursamıyor” diye ürkütücü bir cümle
kurabiliriz.
22 milyon seçmenin, kamu rantına dayalı sistemden, rahatsız olmak
şöyle dursun, memnun olduğunu söyleyebiliriz.
Başta demokratik özerklik ilanının yol açtığı tepki olmak üzere,
Suruç katliamının ardından, AKP ile savaş stratejisini
yükseltenlerin payının büyük olduğunu teslim edebiliriz.
Şehit cenazelerinin yol açtığı öfke ve kırılmışlığın elbette bir
faturası olacaktı diye öngörebiliriz.
Deniz Baykal’ın Meclis başkanlığı hayali uğruna
Saray’ın çağrısına uymasını not düşebilir;
AKP’nin Tuğrul
Türkeş hamlesinin, “ülkücü” seçmen nezdinde
oya tahvil edildiğini düşünebiliriz.
Rejim partisinin devlet olanaklarını sonuna kadar kullanmasının
ciddi katma değer yarattığı yorumunda bulunabiliriz.
7 Haziran sonrası, Kılıçdaroğlu’nun “Siz
başbakan olun” önerisini, sanki bu öneri onu küçük
düşürmek için yapılmış gibi gurur meselesi yapıp tepkiyle
reddedenBahçeli’nin tutumunun ödettiği bedelden de
söz edebiliriz.
Dahası, Bahçeli’nin tıpkı 2002 sonbaharında henüz seçime bir buçuk
yıl varken AKP’yi iktidara getiren “çıkış”ı gibi, 13 yıl sonra
da bu ülkenin kaderiyle oynadığını da hiç çekinmeden ifade
edebiliriz.
Evet, bütün bunların hepsinin şöyle ya da böyle, bu “acı
çorbada” tuzu olduğunu söylersek yanılmış olmayız.