Hepsi mümkündü:
Başbakanlık görevinin ilk haftasında “Nepotizmi affetmem” diyen Davutoğlu’nun,Berat Albayrak’ın bakanlığını imzalarken ne hissettiğini sormak,
Vaktiyle “Siyaset bir meslek olmamalı. Tadında bırakmak lazım” demiş olan Ali Babacan’ın yokluğuna dair tahminde bulunmak,
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı koltuğundaki “abla-kardeş” geçişkenliği,
Çok değil üç yıl öncesine kadar AKP’yi hakaretamiz ifadelerle yerden yere vururken, “dönüş”leri, son kabinede başbakan yardımcılıklarıyla ödüllendirilen eski Has Parti ile eski Demokrat Parti genel başkanlarının etkileyici seyrüseferlerini,
Mehmet Şimşek’in AKP hükümetlerindeki ilk görevinin de tıpkı bugünkü gibi “Hazine’den sorumlu” bakanlık olduğunu,
Ulaştırma Bakanlığı koltuğuna yeniden oturmanın Binali Yıldırım’ı başbakanlıktan daha fazla mutlu edeceğini...
***
Fakat Ankara’da, sakin bir “Öğretmenler Günü” yıldönümü olarak başlayan ve en önemli gündem maddesi açıklanacak “yeni kabine” olan 24 Kasım, beklenmedik sarsıcılıkta bir olayın tarihine dönüştü.
Bu yazı yazılırken “yeni kabine”, Putin’in zehir zemberek açıklaması, Lavrov’un ziyaret iptaliyle üzerine yapılmış ve yapılacak tüm yorumları hızla eskiterek, doğduğu ilk saatlerinde bir kriz kabinesi olarak tescillenmişti.
Hem de oylarını beş ay arayla 5 milyon artırmış bir iktidarın “en güçlü olduğunuzu sandığınız an zafiyet gösterirsiniz” sözünü doğrularcasına.
Rusya ile yakın bağları olan kaynağımın telefondaki sözleri, muhtemel ki çok kişinin zihninde dolaşan bu soruya, başka bir boyut getiriyor: