Genel Yayın Yönetmenimiz Can Dündar’dan kısacık ama çok şey
anlatan; adıma hitaben, ama bu ülke için dertlenen herkese
yazıldığını düşündüğüm bir mektup geldi.
Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Mektup Okuma Komisyonu’nun
“Görülmüştür” damgasını taşıyan mektubun tarihi 24 Ocak 2016:
“Sevgili Çiğdem,
Bir ustanın ölüm yıldönümünde, bir hapishaneden mektup yazmak,
halimizi yeterince anlatıyordur.
Aslında tekil olarak biz yine iyi durumdayız. Ama dışarıdaki
‘çoğul’dan kaygılıyız. Suskunluk kulağımızı tırmalıyor.
Sizlerin, gazetenin, dostların çabaları çok değerli, ama meslek
ayağa kalkamayacak halde görünüyor buradan...
Ama kaldırmalıyız; böyle bir miras bırakamayız. Dilerim bizim
tutukluluğumuz gözlerdeki çapağı silmeye yarar.
Bir nebze de olsa...
Çok sevgiler.
Can’la.”
Can, onu katleden karanlığa inat, 23 yıldır yolumuzu aydınlatan
Uğur Mumcu’yu yitirişimizin yıldönümünde kaleme aldığı mektubunu
postayla göndermiş.
Cevabı buradan yazıyorum. Ne aradan günler geçsin, ne de birkaç
kişinin “okumasıyla” sınırlı kalsın istiyorum çünkü.
Sevgili Can,
Mektubunun yazılma ve ulaşma tarihleri bir kez daha kanıtladı:
Türkiye adlı takvimin sayfaları; epeydir halkın ortak bir
sevincinin yıldönümünü göstermiyor. (Belki de hiç yoktu demek daha
gerçekçidir.)
Bugün, insanlığın Cizre’de bir bodrum katında can çekişmesinin 10.
günü.
Şu ana dek 7 kişinin kan kaybı nedeniyle yaşamını yitirdiği o
binaya, o bodrum katında “su” diye inleyen yaralılara, serinkanlı
bir ustalıktan çıkmış gerekçelerle ambulans ulaştırılmadığını
izliyorsundur.
Hatta dün müthiş bir atlatma haberle sarsılır gibi de olduk. İddia
o ki, ABD’li aktör Terence Jay, Sırp keskin nişancı kılığında o
bodrumdaydı. Hepimizin vergileriyle finanse edilen devlet ajansının
muhabiri paylaştı bu “iddia” haberi sosyal medya hesabından. Gerçi
sonra o mesajı silerek “Bazen tuzaklar oluyor. Aktör olduğunu bile
bile paylaştım tepkileri ölçmek için kendim görmeden inanmam merak
etmeyin” diye “özgün” bir düzeltme de geçti.
Ama bu kadarı bile, mektubunda belirttiğin; “mesleğin” neden “ayağa
kalkamayacak halde göründüğü” konusunda yeterince fikir veriyordur
sanırım.
Bütçesiyle, ihale takasıyla, tetikçisiyle, denetim baskısıyla,
“ekmek parası” kılığına girmiş yüksek standartlarla; rejimin, hem
sermaye hem de sayısal olarak yüzde 90’ını doğrudan ya da dolaylı
olarak kontrol ettiği bir medya mı “dik” duracak?
Şüphesiz -mesleğin onuruna sahip çıkan az sayıdaki gazeteci değil
ama- “mesleğin” medyası, tabii ki bu koşullarda yerlerde
sürünecek.