Diyelim ki meranız var. Para getirmiyor. Bir şirkete, üzerine
hastane yapsın diye al bunu kullan diyorsunuz. Fakat içiniz rahat
etmiyor. Verdiğiniz az geliyor. Üstüne bir de 25 yıl kira ödeyeyim
ben diyorsunuz.
Yok yok, doğru okudunuz. Hem arsayı verip hem de kendi mülkünüze
kiracı oluyorsunuz. Kendi içinde bir mantığı hiç yok değil tabii:
Şirketin sizin yapmanız gereken işleri yaptığını düşündüğünüz için
ödüyorsunuz bu kirayı. Misal, gasilhaneyi bile hastane bittiğinde
şirket işletecek.
Ama bitmiyor. Minnet duygusu ruhunuzu esir almış bir kere. Bir şey
daha yapmam lazım diyorsunuz. Hastane 1000 yataklı olacaksa
sözgelimi, “Ey müteahhit” diyorsunuz “Her yıl bu şehirde Türkiye
Cumhuriyeti’nin 700 vatandaşı hastalanarak bu hastanede yatacak.
Eğer 700 vatandaşım sağlığını kaybetmezse, farkı bütçeden ben sana
öderim” deyip basıyorsunuz imzayı sözleşmeye.
Fantastik mi geldi?
Süslü püslü teknik cümleleri, “müjde”, “devrim” gibi propaganda
amaçlı başlıkları soyup çıkardığınızda yap-kiraladevret (YKD)
modeliyle yaptırılan şehir hastaneleri ve onun dayandığı KÖİ (kamu
özel işbirliği) sistemi, basitçe böyle işliyor.
Hastanın müşteri, hastanenin bir turizm şirketi gibi görüldüğü bir
sistemden bahsediyoruz. İhale süreçlerinin düzgün ve şeffaf
işletilmediği bu projelerden, AKP’den sonra gelecek hükümetleri
çeyrek yüzyıl boyunca nelerin beklediği de kamuoyuna
anlatılmıyor.
***
Şehir hastanelerine hafta başı, 3. köprü ve Hazine garantileri
vesilesiyle değinmiştik. Ancak tıpkı 3. köprü için eleştirdiğimiz 3
USD’lik araç garantisine Ulaştırma Bakanlığı’nın açıklama yapması
gibi bu kez de şehir hastaneleri ile ilgili bölümler için
bakanlıktan, iktidara yakın bir gazeteye “müjde” haberi
verildi.
Toplamda 43 bin yataklı şehir hastaneleri projesinde, 4 şehir için
ihale tamamlanmış, 5’inin sözleşmesi bitmek üzereymiş. 8’inin ihale
süreci devam ediyormuş, 9’u YPK onayına sunulmuş, 2’si
sunulacakmış, 3’ünün ön yeterliliği sürüyormuş.