Ülkemizde vizyona yeni giren The Post, mükemmel bir gazetecilik
filmi.
Merly Streep ile Tom
Hanks’in oyunculukları zaten başlı başına, insanın
ritmini değiştirirken bugün yaşadıklarımızın, 45 yıl öncesiyle
benzerliği, filmi eşsiz kılıyor.
Gazeteciliğin neden güçlülerin yanında hizalanarak, onlardan icazet
bekleyerek yapılamayacağı, olağanüstü bir dil ve oyunculukla
anlatılıyor.
(Sadece gazetecilik de değil. Washington Post’un mücbir sebeplerle
sahibesi haline gelen Kay’in kişiliğinde, kadınların iş yaşamı/hak
savunuculuğundaki tarihsel konumlarını aktarıyor.)
İktidar/basın/yargı üçlüsü arasındaki soluk kesen çatışmanın
merkezinde, halkın haber alma özgürlüğü var. İyi muhabirlere
yatırım yapmak, gazete yönetiminin gündeminden düşmüyor.
Filmin özü basit:
Devletin resmi kayıtları, Vietnam Savaşı’nda Amerikan askerlerinin
göz göre göre ölüme gönderildiğini belgelemektedir.
Üstelik yapılanın büyük bir hata olduğu en üst düzeyde
anlaşılmasına karşın, iktidar bekaası için sürdürülmüştür. Amerikan
yargısı kararı üzerinden -aslında bizlerin hiç unutmadığı- değişmez
gerçek yeniden önümüze geliyor:
“Basın yönetenlerin değil yönetilenlerin hakları için var.”
Ölümü değil yaşamı savunmak
Filmi izlerken 2002 yılına gittim. O dönem medyaya hâkim olan savaş
dilinin bugün de tekrar ettigini görmenin üzüntüsüyle...
ABD’nin Irak’ı işgal etmeye zemin hazırlamak üzere kimyasal silah
yalanını uydurduğu zamanlarda köşe başlarını tutmuş “gazeteciler”
savaş çığırtkanlığı yapıyordu.
Ölecek olan, nasılsa başkalarının çocuklarıydı.
Kalemlerini, seslerini, haftalarca bu propaganda için kullandılar.
İşgal başladı.
Bir milyon Iraklı öldü. 1.5 milyon Iraklı yer değiştirdi. Kaydı tam
tutulamayan sayısız tecavüz yaşandı.
Aradan yı...