Rönesans görmüş bir coğrafyada olsa, sonsuz ihtimamla korunacak
500 yıllık bir caminin, kurşunlarla delik deşik edilmiş ayaklarının
kıyısında öldürüldü Tahir Elçi.
Tam da kurulduğu şehir kadar kadim o cami, daha fazla zarar
görmesin diye açıklama yapmaktan dönerken...
Karartılacağını, “gizlilik” kararı alınan bütün
katliamlardan biliyoruz ki:
Artık, ne onlarca değişik açıdan çekilmiş olay anı görüntüleri, ne
de bulunacağı şüpheli mermi çekirdeğinin ne vakit yapılacağı
belirsiz balistik incelemesi değiştirecek sonucu.
Sayısız katliamdan sonra gelecek adalet arayışına adanmış bir ömür
olsa da onunki, biliyoruz:
O ömrün son bulma şeklindeki adaletsizlik, hiç geçmeyecek.
***
Yürekli, beyefendi ve nadide bir insan hakları savunucusuydu
Tahir Elçi.
Kulağımda, üç hafta önce katıldığım Brüksel’deki toplantıda okunan
mesajı.
Avrupa Komisyonu’nca düzenlenen ifade özgürlüğü konferansına
davetli olmasına karşılık, yurtdışına çıkış yasağı nedeniyle
katılamamış, özgürlükte buluşma dileğini paylaştığı bir not
göndermişti.
Üç hafta sonra tabutunun başında “Bugün dilekçe verdim.
Yurtdışına çıkış yasağımkalktı. Artık özgürüm. Kıtaları,
denizleri fersah fersah gezebilirim” sözlerini dinlerken
eşi Türkan Elçi “Keşke
tutuklanmış olsaydı” derken buldum kendimi.
“Hiç olmazsa hayatta olurdu” diye mırıldandığımı fark
ettiğimde ürperdim.
Bu hale geldik işte; getirdiler:
Hak savunucularının, arkadaşlarımızın katledilmektense cezaevinde
olmalarını dilemek.
Hayat ile özgürlük arasında seçim yapmak zoruna kalmak.
Özgürlüğün olmadığı bir hayat, hayatmış gibi sanki.