“Seçimin patronu YSK’dır. Seçimin sahibi ne Sayın Ekrem
İmamoğlu’dur ne de Binali Yıldırım’dır.” Binali Yıldırım /
3 Nisan
“Bütün seçim süreçlerinin patronu YSK’dır.”
Ömer Çelik / 5 Nisan
“Seçim süreci bitmiştir.
Şimdi olayın mahkeme süreci var. YSK, mahkeme sürecinin adeta
patronudur.” Tayyip Erdoğan / 6
Nisan
“Yüksek Seçim Kurulu bu işin patronudur,
sahibidir.” Abdülhamit Gül / 8 Nisan
PATRON AŞAĞI PATRON YUKARI Bugüne kadar
kendilerinden “kamu yararı” ifadesini duymadığımız
ülkeyi yönetenlerin şu dili, devleti ve nasıl algılayıp
içselleştirmiş olduklarını gayet net gösteriyor.
Çeyrek yüzyıl sonra İstanbul’u ve kaynaklarını kaybetme fikriyle
sarsılan AKP yönetimi ve partili Cumhurbaşkanı Erdoğan durmaksızın
aynı kelimeyi tekrar ediyor. Patron kelimesinin her tekrarında
İstanbul’un gerçekten de bir şirket gibi düşünülüp yönetildiğini
anlıyoruz.
Ne var ki kimse iktidarla aynı dili konuşmak, o dile boyun eğmek
zorunda değil kuşkusuz. Dolayısıyla ne İstanbul ya da bu seçim
süreci bir şirket, ne de Yüksek Seçim Kurulu bu sürecin
“patron”udur.
Anayasal bir kurum olan YSK’nın mecazi anlamda dahi
“patron”luğunun kabülü, başka yakıştırmaları da
beraberinde getirme riski taşır çünkü. “TEHDİT”
KOMEDİSİ 31 Mart seçimlerinin ardından yaşanan gelişmeler,
medyada bundan bir yıl önce (ve rejimi değiştiren 24 Haziran
seçimlerine kısa süre kala) gerçekleşen sahiplik değişiminin, ne
kadar kritik bir hamle olduğunu bir kez daha gösterdi.
Doğan Medya Grubu hisselerinin 916 milyon dolar satış bedeli
üzerinden nakden ve peşin olarak Demirören Grubu’na satışıydı bu
hamle.
Ve tıpkı 10 yıl önceki Sabah-ATV ihalesinde iki kamu bankasından
sağlanan 750 milyon dolar kredi desteği gibi, Doğan Medya’nın
devrinde de kamu bankası kredisi başat...