Bence insanlar ve devletler bir olguyu sorun olarak tanımlamadan önce çok iyi düşünmelidir. Çünkü bir olguyu sorun olarak tanımlandığınız andan itibaren insan aklı da devlet aklı da hemen “bu sorunun çözümü nasıl olacaktır?” diye düşünmeye ve çözüm için uğraşmaya başlarsınız.
Eğer siz, sizin bir talebiniz olmadığı halde, karşı tarafın taleplerini sorun olarak tanımlama hatası yaparsanız, çözüm için konuşmaya ya da masaya oturduğunuz anda aslında kaybettiğiniz andır. Çünkü soruna çözüm bulmak amacıyla konuştuğunuz, müzakere ettiğiniz konular karşı tarafın taleplerinin ne kadarını, nasıl ve ne zaman karşılayacağınız üzerinedir.
Şimdi bu noktada, bize “Kıbrıs Sorunu” olarak sunulan ve öyle algılattırılan olgunun gerçekten bir sorun mu yoksa başkalarının talepleri mi olduğunu tartışalım.
“TÜRKİYE VE TÜRKLER İÇİN KIBRIS SORUNU YOKTUR, KIBRIS’TA YUNAN VE
RUM TALEPLERİ VARDIR”
Ama sonunda söyleyeceğimizi başında söyleyelim; “Türkiye ve Türkler için Kıbrıs Sorunu yoktur, Kıbrıs’ta Yunan ve Rum talepleri vardır.” Nasıl mı? Önce tarihi olarak Kıbrıs’ta yaşananlara bakalım.
1571 yılında Venedikliler’den alınan ve 307 yıl Osmanlı hâkimiyeti altında kalan Kıbrıs’ın yönetimi Osmanlı-Rus Savaşı[b1] ‘nda İngiltere’nin desteğine karşılık, 1878 yılında, hükümranlık hakkı Osmanlı İmparatorluğu'nda kalmak kaydıyla, İngiltere'ye devredilmiştir. Birinci Dünya Savaşı başında 1914’te İngiltere adayı ilhak ettiğini açıklamıştır. Türkiye fiilen elden uzun yıllar önce çıkmış olan Ada’nın İngiltere'ye ait olduğunu Lozan Antlaşması'yla 1923'te tanımıştır.