“Kadın” kelimesi yüzyıllardır yaşanan dramların, ayrımların, sömürünün tüm yükünü taşıyarak bugün artık “mücadele” sözcüğünün neredeyse eş anlamlısı olmuştur. Onun içine örtülere kapatılmış, siyah peçeleri ardında taşlanan kadınlardan, tecavüze uğrayıp, tecavüz bebekleri doğurmak zorunda bırakılan kadınlara kadar en ağır yaşam yükleri konmuştur. Gündelik hayatın kadına ve erkeğe biçtiği rollerin sınır çizgilerinden başını dışarıya uzatan kadınlar “namus” kurşunlarıyla vurulmuştur. Politik özgürlüğünü tırnaklarıyla kazıyarak bulup çıkaran kadın, karşılığında çoğu zaman yaşamını berdel etmiştir. Kuşkusuz coğrafyadan coğrafyaya, gelenekten geleneğe değişen kadın sorunu temelde bir özgürlük ve aydınlanma sorunudur.
Jean- Jacques Rousseau aydınlanmanın özünü “insanlar hür doğar, hür yaşar” cümlesiyle özetlemişti. Büyük insanlık, tam burada eşitlik ve özgürlük mirasını biriktirmeye başlar aslında, ancak bu uğurda verilen bütün mücadelelerin bir parçası olan kadın, özgürlüğünü hep daha sonradan elde etmek zorunda kalacaktır. Ataerkil topluma geçişle başlayan ve yaratılan erkek egemen kültür tarih sayfalarında da kadına hep erkeğin arkasından yürümeyi emretti. Ancak aydınlanma ve ilerleme öyle bir rüzgardır ki tohumlarını her yana savurur. Kadınlar da bu fikirler ışığında kendi özgürlüklerinin peşine düşerek eşitliğin savunucuları oldular. Onlara sunulan haksız ve adaletsiz yaşamla yetinmediler.
Başta politik hakları olmak üzere, sanatta, bilimde ve toplumsal hayatta kendilerine çizilmiş sınırların dışına çıktılar ve varlıklarını ispatladılar. Kadınlığın sadece bedene, erkekliğin ise akla bağlandığı yerleşik öngörüyü ve kısır düzeni parçaladılar. Bu nedenle Rachel Swaby’nin dünyayı ve bilimi değiştiren 52 kadını anlatıldığı kitabının adı “Dikbaşlılar”dır. Boyun eğen, kabullenen değil, isyan eden, değiştiren ve dönüştüren başı dik kadınlara ithafen…
Geleneklerin gündelik hayatta büyük yer tutması nedeniyle kadınların cinsel ayrımcılığa uğraması ve geriye itilmesi, kadının sosyal yaşamında daha vurguludur ancak bir o kadar alışılagelmiştir de. Kadınların evliliklerinde, dostluklarında, anneliklerinde ya da “ev hanımlıklarında” karşılaşılan eşitsizlik olgusu bir mantar gibi yaygındır. Bir de bu çemberin dışında kendini sanata, edebiyata, bilime adamış kadınların yaşadığı “eşitsizlik” olgusu vardır. Swaby “Dikbaşlılar”da hikayelerini anlattığı 52 kadın bilimci üzerinden bize erkek egemen bilim dünyasında kadının varoluş sancılarını duyuruyor.