Uzun yıllardır ilk kez bir çocukluk arkadaşımla bir haftalık da
olsa Gökçeada/İmroz’daki köyümüz BademliGliki’de tatil geçiriyorum.
Ümran Tarhun Moda’dan mahalle arkadaşım. 60 yıllık bir dostluğumuz
var. 47 yıllık eşi İnci’yle konuğumuz.
Ben eski arkadaşlıklar konusunda çok şanslıyım. 1956 yılında
babamın görevi nedeniyle iki yıl kadar yaşadığımız Almanya’dan
Moda’ya geri döndüğümüzde tanıştığım tüm mahalle arkadaşlarımla
bugün de sürüyor arkadaşlığımız.
Çocukluk çağlarında başlayan mahalle arkadaşlıklarının ömrü hep
bizimki kadar uzun ömürlü olmuyor. Bizim şansımız belki de dört
arkadaşımızın Moda’yı hiç terk etmemiş olmalarından kaynaklanıyor.
İlhan Ergene, Nurhan Talas, Ümran Tarhun, Eser Arkun hep Moda’da
kaldılar. Ben 28 yıl süren yurtdışı serüvenimden sonra Türkiye’ye
döndüğümde onları bıraktığım yerde buldum. Arada hiç boşluk
olmamışçasına kaynaştık yeniden. Sonra Moda’dan taşınmış mahalle
arkadaşlarımızla da düzenli aralıklarla eşlerle birlikte topluca
buluşmaya başladık. Sinan Gürmen, Altan Sungar, Yıldırım Berkol,
Bülent Ünal ve çekirdek dışı takviyeler. 26 yıl evli kaldıktan
sonra yollarımızın ayrıldığı ilk eşim Olcay Otuç Kavukçuoğlu da
mahalle arkadaşımızdı.
Her buluşmamızda çocukluk, gençlik yıllarımıza döndük. Sululuklar,
şamatalar, gırgırlar…
Aramızda hiç kırgınlık, kıskançlık, çekememezlik yaşanmadı. Orta
halli ailelerin çocuklarıydık. Müthiş bir dayanışma ruhu egemendi
arkadaşlıklarımıza. İlk gençliğimizi yaşadığımız 1960’lı yıllarda
bir kızla tanışmak için düzgün kılık kıyafet önkoşullardan biriydi.
Böyle durumlarda hepimiz seferber olur o arkadaşımızı gömlek,
kazak, mont ve başka ne gerekiyorsa donatırdık.
En keyifli, aynı zamanda da en heyecanlı eğlencelerimizden biri de
Yıldırım’ın babasının uyumasını bekleyip onun siyah Citroen
arabasını düz kontakla çalıştırıp Fenerbahçe’ye uzanmaktı. Ehliyet
falan hak getire tabii… Sonra aramıza Packard arabasıyla Abdülkadir
Öztemir ve Vosvos’uyla Aytaç Kot katıldı. Onların katılımıyla
“sosyal statümüz” bir anda yükselivermişti. Bülent Ünal’ında
“Düldül” dediğimiz, miadı dolmuş bir Peugeot’su vardı.
Daha sonra ünlü bir tiyatro adamı olacak olan Mehmet Ulusoy da
mahalle arkadaşımızdı. Onunla akşamları kaldırım köşelerinde, sokak
lambalarının altında evlerinin pencerelerinden sarkarak bizi
izlemeye çalışan komşularımıza Moliere’den, Shakespeare’den oyunlar
sergilerdik.
Aslında hepimiz sokak çocuklarıydık.
Evet, haylazdık, haşarıydık, yaramazdık ama içimizden bir tek bile
köşe dönmeci, hayali ihracatçı, vurguncu, iktidar yalakası çıkmadı.
Hepimiz hayatlarımızı emeğimizle, çalışarak kazandık. Kimimiz genel
müdür, kimimiz yüksek bürokrat, kimimiz işadamı, kimimiz orta düzey
yönetici oldu. Onurumuzu, kişiliğimizi hep koruduk.