AKP’liler bir süredir nefeslerini tutmuşlar,
Ankara, Bursa ve Balıkesir belediye başkanlarının istifa edip
etmeyeceklerini bekliyorlardı. Haklılardı çünkü başkanlar istifa
etmezlerse bu, Reis’e karşı başkaldırı anlamına gelecekti. AKP’de
ise böyle bir durum kuruluşundan bu yana görülmemişti. Reis ne
istemişse, ne demişse, ne buyurmuşsa itirazsız uyulmuş, bir dediği
iki edilmemişti.
Reis’in buyruğu bu sefer hepsinden daha önemliydi çünkü ortada
kendisini doğrudan ilgilendiren bir durum söz konusuydu. Ne olursa
olsun bir kez daha Cumhurbaşkanı olmak istiyor, kendisinin
dümeninin başında olmadığı bir Türkiye’yi düşünmüyor,
düşünemiyordu. Cumhurbaşkanlığı referandumunda 14 büyük kentte
“hayır” oylarının ağır basmasından tedirgin olmuş, 31 Mart
2019 yerel seçimlerinde ibreyi kendi lehine çevirmek, 4 Ağustos
2019 günü yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerine
buradan alacağı rüzgârla gitmek istiyordu.
***
Durum Cumhuriyet okurları için açıktı; haber
servisimiz konunun üzerinde yeterince durduğu gibi köşe
yazarlarımız da açıklayıcı yorumlar yapıyorlardı.
Fakat Cumhurbaşkanı’nın örtülü örtüsüz tehditlerine, Başbakan’ın
“yol gösterici” söylemlerine karşın üç başkan direniyordu.
Her üçünün de belediyecilik konusunda sınıfta kalmış olmalarına
karşın direnişleri boyunca muhalif kanatlardan kendilerine destek
veriliyordu. Bu doğaldı. Demokrasiye bağlılık insanı, kim olursa
olsun haksız yere mağduriyete düşürülme tehdidi altında olanlara
temsili demokrasinin temeli olan “seçimle gelen
seçimle gider” ilkesi adına destek vermeye zorluyordu.
Bu desteğin son çözümlemede bir yararı olacağı düşüncesinde
değildim. Sonunda Cumhurbaşkanı’nın fendi demokrasiyi yenecekti.
Yenecekti çünkü başından beri AKP ile demokrasinin yıldızı hiç
barışmamıştı.
AKP’nin lideri Sayın Recep Tayyip
Erdoğan’ın demokrasiyi koşullara bağlı dar bir
çerçevede değerlendirdiğini 14 Temmuz 1996 günü o zamanlar
Milliyet’te çalışan yazarımız Nilgün Cerrahoğlu’ya
verdiği röportajdan bu yana biliyorduk. Sayın Erdoğan,
“Demokrasi bir tramvaydır, gittiğimiz yere kadar
gider, orada ineriz” demiş, ardından da
“Demokrasi amaç değil araçtır” diye eklemişti.
Nitekim 2008 yılında varılan durakta yolculuk son bulmuş, tramvay
da bir depoda çürümeye bırakılmıştı.
***
Öte yandan AKP’lilerin çoğunluğu gibi her üç
başkan da demokrasiyi içselleştirmemiş yerel siyasetçilerdi.
Demokrasiyi içselleştirmeyenler demokratik hakları için
birbirleriyle dayanışamadıkları gibi kendi adlarına da
direnemezler. Direnmek kişinin bilinç düzeyine bağlı bir
davranıştır. Kişide demokratik bilinç oluşmayınca demokrasi adına
direnmesi de mümkün olmuyor.
Siyaseti, Erbakan, Erdoğan geleneğinin rahle-i
tedrisinde öğrenmiş, geldikleri makamlara Reis’e biat ederek gelmiş
insanlar onun iradesi dışına çıkamazlar, aynen dinsel tarikat ve
cemaatlerde olduğu gibi. O üç başkan da Sayın Cumhurbaşkanı ve AKP
Genel Başkanı’nın iradesi dışına çıkamayacaklar, eninde sonunda
onun isteğini/buyruğunu yerine getireceklerdi.
***