Ülkemizde kullanılan siyaset dilinin
ayrıştırıcı olduğu gerçeği hemen her gün yeni örneklerle bir kez
daha kanıtlanıyor.
Son örnek CHP Genel Başkan Yardımcısı ve parti
sözcüsü Bülent Tezcan’ın Cumhurbaşkanı’nı
“faşist diktatör” olarak nitelemesi. Bu, evrensel ölçekte
çok ağır bir ithamdır. Yalnızca kendisini değil, nesnel olarak
siyasal çevresini ve tabanını da kapsar. Çünkü İtalyanca
“fascio” (sap demeti) sözcüğünden türeyen faşizm birliği,
kenetlenmeyi, kitleselliği ifade eder. Hitler’den
Mussolini’ye, Franco’dan
Salazar’a tarihteki tüm faşist diktatörler
kendisine bağlı faşistleşmiş/faşistleştirilmiş kitleler üzerinden
iktidara yürümüşlerdir.
***
Burada bir gerçeğin altını çizmek
durumundayız. Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın
otokratik/ otoriter bir kişilik yapısına sahip olduğunu biliyoruz.
Bu, doğal olarak onun siyasal yaklaşımlarına da yansıyor. Ülkemizde
düşünce ve anlatım, toplantı ve yürüyüş özgürlüğü gibi anayasada
güvencesindeki temel insan haklarının ihlali bizi rahatsız ediyor.
Bunda Sayın Cumhurbaşkanı’nın da önemli payı olduğunun farkındayız.
Cezaevlerindeki gazeteciler, insan hakları eylemcileri, aydınlar,
işlerinden edilen akademisyenler, bilim insanları içimizi acıtıyor.
Haklı olarak tepkiliyiz.
Ne var ki bu tepkinin “faşist
diktatör” söylemiyle dile getirilmesini doğru
bulmuyorum.
2019 yılında önce yerel, sonra da
Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimleri var. Bu seçimlerde başarılı
olmanın yolu kararlı demokratik bir mücadeleden geçiyor. Oysa
hedefi “faşist diktatörlüğü” yıkmak, “faşist
diktatörü” alaşağı etmek olan antifaşist mücadelenin yolları
da yöntemleri de farklıdır.
Dolayısıyla farklı yol ve yöntemleri
çağrıştıracak söylemlerden kaçınmak gerekiyor.
***
Bir süre önce Sayın Cumhurbaşkanı’nın
Almanya’ya yönelik “Nazi” suçlaması iktidarı ve
muhalefetiyle Alman siyasetçilerini, farklı siyasi görüşlerde olan
bireylerden olan toplumu nasıl birleştirdiğini
anımsayalım.
CHP sözcüsünün suçlamaları, bu suçlamalara
genel başkanın ve başka parti yöneticilerinin katılmaları da AKP’li
siyasetçiler gibi AKP’li kitleleri de birleştirmiştir. Bülent
Tezcan’ın “faşist diktatör” nitelemesinin AKP
içinde nasıl bir infiale yol açtığını televizyon kanallarından ve
basından izliyoruz.
Bu tür tepkilere yol açmanın muhalefete bir
yararının olacağını düşünmüyorum. Böylesi söylemler muhalefet
içindeki belli kesimleri belki kısa bir süreliğine heyecanlandırır,
o kadar!
***