Son günlerde beni en fazla mutlu eden haber Güneydoğu’nun on
hanelik bir mezra köyünden 14 yaşında bir kızın TEOG (Temel
Öğrenimden Ortaöğrenime Geçiş) sınavında kazandığı olağanüstü
başarı haberiydi.
Haberi okuyunca yaşadığım semtin çocuklarını düşündüm… Sabahın
erken saatlerinde izliyorum onları. Şık giysiler içinde, anneleri
yanlarında kendilerini alıp okullarına götürecek servis araçlarını
bekliyorlar. Derslerinin bitiminde aynı araçlarla evlerine geri
dönecekler.
Bu gidiş gelişlerinin dışında onları sokakta görmek olası değil.
Bırakın sokakta oynamayı sokağın köşesindeki bakkala bile
gitmiyorlar. Birine rastlayıp arka sokağın adını sorsanız
alacağınız yanıt mutlaka “bilmiyorum” olacaktır.
Bindikleri araçların üzerinde gittikleri okulların adları yazıyor.
Tümü de pahalı ama çok pahalı kolejler. Bizim çocukluğumuzda
hepimizin gittiği Moda İlkokulu’na (şimdiki adı Moda İlköğretim
Okulu) gidiyor olsalar “kendileri gibi
olmayan/yaşamayan” yaşıtlarıyla birlikte olacaklar, onlardan
çok şey öğrenecekler, biraz olsun yaşanan başka hayatları
tanıyabilecekler. Ama hayır! Aileleri bunu istemiyor. Kapıcı
çocuklarıyla mı, esnaf çocuklarıyla mı, memur çocuklarıyla mı,
emekçi çocuklarıyla mı? Hayır! Kendileri gibileriyle birlikte
olsunlar, “konserve çocuklar” olarak yetişsinler
isteniyor.
***
Ezgi Beytaş da kendisi gibi çocuklarla bir
arada okuyor. O da her pazartesi sabahı taşımalı okul sistemi
gereği Muş’un Varto ilçesine bağlı Dağlıca köyünün 10 hanelik Seyit
Kamer mezrasından 5 km uzaklıktaki Çaylar köyündeki Yatılı Bölge
Ortaokulu’na gidiyor. Cumaları ders bitiminde geri dönüyor. Mezrada
beş öğrenci var.
Kış bastırınca yollar aşılamıyor, o zaman babası onu atlı kızakla
okuluna götürüp getiriyor.