Birçok İstanbullu gibi ben de Amerikalıları 1940’lı yılların
sonlarında tanıdım. Bembeyaz giysileri, bol paçalı pantolonları,
başlarında kepleri, gürültülü sesleriyle Dolmabahçe önlerine
demirleyen gemilerinden Kabataş’ta karaya çıkarlar, Gümüşsuyu’ndan
Taksim’e, Taksim’den İstiklal Caddesi’ne akarlardı. O yıllarda
Cihangir Sormagir Sokağı’nın Tavukuçmaz Yokuşu ile kesiştiği
köşedeki Tolunay Apartmanı’nın üçüncü katındaki
evimiz “stratejik” bir önem taşıyordu. Amerikan
gemilerinin Boğaz’a girişlerini balkonumuzdan ilk önce ben görür,
mahalledeki arkadaşlarıma haber verirdim. Amerikalılar bizim için
çok önemliydi.
Onlar güler yüzlü, sevecen, eli açık
insanlardı. Abdülvahit
Turan Yenihayatkaramelasının ortası
delik yüz para, leblebi unu helvasının beş kuruş olduğu o yıllarda
biz İstanbullu çocuklar “bonbon”u ilk kez onların elinden
tatmıştık. Amerikan gemilerine düzenlenen okul gezilerinde,
sokaklarda çocuklara çikolata, şekerleme, bisküvi dağıtırlardı.
Çocuklar onlara “Coni” derler, gidişleriyle hüzünlenir,
gelişleriyle sevinirlerdi.
Conilerin gelişlerine sevinen yalnız biz çocuklar değildik. Koca
bir yıl Abanoz Sokağı’nın 1-41 numaraları arasında sıkışıp
kalan “hayat kadınları” özel izinlerle sokaklara taşıp
köşe başlarında iş tutmanın keyfi ile “Fayf mani tu fak
fak! Fayf mani tu fak fak!..” diye seslenir, onları tavlamaya
çalışırlardı.