Amerika’ya ilişkin her türlü
haber Gülizar’ı umutlandırıyordu. Sabahları
sokak kapısının önünü süpürürken gelip geçenlere “Yeni
haberler var mı” diye soruyor, meraklı gözlerle yanıt
bekliyordu. Komşular, Gülizar’ın sorularına alışmışlardı.
İçlerinden artık gizli bir öfke duymaya başladıkları o “meçhul
siyahın” hiçbir zaman gelmeyeceğini bile bile, kız kırılmasın
diye ona küçük yalanlar uyduruyorlardı. İlkokul üçten ayrılma
Gülizar kendi çapında bir Amerika uzmanı olmuştu. Amerika üzerine,
yalan doğru ne duyuyorsa hepsini aklında tutuyordu. İnanılmaz bir
belleği vardı. Yalnızca duyduklarıyla, kese kâğıtçılara verilmek
üzere kapıya konmuş eski gazetelerde okuduklarıyla yetinmiyor,
arada bir de her konuda engin bilgi sahibi olduğuna inandığı
bakkal Avram Efendi’nin dükkânına gidip
onun anlattıklarını dinliyordu.
Gülizar, Kore Savaşı’nın patladığını da Avram Efendi’den duymuştu.
Sıcak bir haziran günüydü. Arap sabunu almak için bakkala
gittiğinde adam bir gazete
uzatmış, “Bak” demişti, “seninkiler de
giriyorlar savaşa…” Gülizar, artık yürümeye başlayan teni
çikolata renkli oğlunun, yüzünü bir daha görmediği
babasına “Benimki”diyordu.
***
Onun için savaş, akşamları siyah perdelerle karartılan pencereler, arada bir duyulan acı siren sesleri, bir de kömür, ekmek, şeker karneleriydi. 1940’lı yılların tüm yoksul İstanbulluları gibi Gülizarlar da II. Dünya Savaşı yıllarını böyle yaşamışlardı.