CHP kurultayının ikinci günü akşamı yapılan Parti Meclisi seçim
sonuçlarının ancak sabaha karşı belli olacağı anlaşılınca, kendimi
sokağa vurdum. Dışarıda rüzgârlı fakat berrak bir hava… Böyle
gecelerde Moda Burnu’nda tarihi yarımadayı seyretmenin keyfine
doyum olmaz. Burna doğru yürüdüm. Çoktan kapanmış bir çay
bahçesinin plastik koltuklarından birine oturdum.
Karşısı ışıl ışıl… Artık benim olmayan kent pullu payetli,
parıldayan gece giysisine bürünmüş… İşe çıkmış bir hayat kadınınki
gibi makyajı abartılı… Nüfusunun bir milyonun biraz üzerinde
dünyaya gelmiş (1943: 1.037.300) birinin yirmi milyonluk bir mega
kente dönüşmüş İstanbul ile kendini özdeşleştirmesi mümkün değil
artık.
Düşünüyorum… Bu pırıltılar, bu ışıklar, bu makyaj neleri gizliyor?
Gün ağardığında öğreneceğiz. İşlenen kadın cinayetleri, ölümlü
trafik kazaları, soygunlar, çete baskınları, sabaha karşı
gerçekleştirilen aydın gözaltıları… Ertesi gün gazetelerden,
televizyonlardan öğreneceğiz. Gün ağarınca kentin dört bir yanına,
en olmadık yerlerine dikilmiş beton kuleler, gökdelenler tüm
çirkinlikler ortaya çıkacak. Milyonlarca insanın sokağa, yollara
çıkışıyla birlikte tıkış tıkış bir hayat başlayacak bu kentte.
Çekilmez bir hayat!
Üstelik egemenler adına engellemelerle, yasaklamalarla,
susturmalarla tahkim edilmiş bir hayat!
*** Tevfik
Fikret’in 1902 yılında yazdığı, “Örtün, evet, ey hâile…
Örtün, evet, ey şehr;/ Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr…”
dizeleriyle biten Sis şiiri belleğimden dilime dökülüyor. “Örtün,
evet, ey felâket sahnesi… Örtün artık ey şehir;/ Örtün ve sonsuz
uyu, ey dünyanın koca kahpesi!”
Fikret, dönemin Servet-i Fünun (Fenlerin Zenginliği) dergisi
çevresindeki yazar ve şairler tarafından aynı adla hayata
geçirilmiş bir edebiyat akımının temsilcilerindendir....