Deniz, bize okul kitaplarında,
şiirlerde öğretildiği gibi yalnızca, ‘mavi, engin bir
su’değildi. İçinde yüzen balıklar, dibinde
büyüyen yosunlar gibi kendisi de canlıydı.
Yaşıyordu. Çoğunun adlarını bile bilemediğimiz,
binlerce, on binlerce canlı, onuncanından yaşam buluyordu.
Öfkesinin, kabarmasının, çırpınışının, durulup susmasının
bir anlamı vardı.
Şimdi karşımda, bir ölü gibi hareketsiz duran bu koyu
maviliğe artık onu anlayarak bakıyordum. Karşımdaki
deniz, geçen yıl, bir önceki yıl, daha önceki yıllar yine
buradan, bu saatlerde seyrettiğim deniz değildi… Yüzeyi
ince bir tülle kaplanmış gibiydi. Dikkatli bakınca
üzerindekirli beyaz köpükler, yağlara, mazot lekelerine
bulanmışküçük çöpler görülüyordu. Yorgun düşmüştü. Kendisini
kirlerinden arındıracak, yenileyecek, yeniden eski
rengine dönüştürecek gücü kalmamış, direnci kırılmıştı.Üzerine
serilmiş, kirlendikçe ağırlaşan, gözenekleri
kapandıkça güneş geçirmez olan o tülü parçalayamıyordu.
Çöpe, yağa, zehre yenik düşmüştü. Tükeniyordu…”
***
Yukarıdaki satırları 1998 yılında Can Yayınları’ndan
çıkan “Deniz Bitti” adlı kitabımdan alıntıladım. Moda
Koyu, deniz, artık olmayan Moda Deniz Hamamı’nın bulunduğu yerden
bakıldığında böyle görünüyordu.
Fenerbahçe ile Moda Burnu arasındaki o güzel
koyun “baş belası” bugün olduğu gibi o yıllarda da,
Moda’ya taşındığımız 1954 yılında da Kurbağalı Dere idi. Gelmiş
geçmiş hiçbir belediye bu belanın üstesinden gelemedi.
Kaynağını Şerifali bölgesinden alan bu dere; Kadıköy, Maltepe ve
Ümraniye ilçelerinden gelen küçük dereler ile beslenen oldukça
büyük bir havzaya sahiptir.
Derenin artık insan sağlığını tehdit edecek düzeye geldiğini
söyleyen İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi öğretim üyesi
Prof. Dr. Meriç Albay’ın sözlerine kulak
verelim. “Dere kenarında onlarca yıldır devam eden
yapılaşma, su kalitesi sorunlarına neden oldu