On yıl önce gidip gördüğüm, sokaklarında dolaştığım, El Medine
Çarşısı’na, tarihi MÖ 3000 yıllarına uzanan kalesine, Ulu Cami’ye,
Osmanlı Şifahanesi’ne, çeşitli Mezopotamya devletleri, Roma
İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu, Arap egemenliği, Emeviler,
Abbasiler, Hamdaniler, Mirdasiler, Ukayliler, Büyük Selçuklu
Devleti ve 431 yıl süren Osmanlı İmparatorluğu dönemlerini yaşayan
bu kadim kente, bu medeniyet beşiğine ve insanlarına hayran
olmuştum. Mutlu insanlar yaşıyordu o kentte, ilköğretimden
yükseköğrenime tüm eğitim kurumları ve öğrenci yurtları ücretsiz,
ülke içi ulaşım, gümrük vergisi yok denecek derecede düşüktü.
“Süt Veren” anlamına gelen Halep, 1963 yılından beri Arap Sosyalist
Diriliş Partisi (BAAS) tarafından yönetilen Suriye’nin nüfusça en
kalabalık kentiydi. İç savaş öncesinde il merkezinde 2 milyon 132
bin kişi yaşıyordu. 2009 yılı verilerine göre ülkede kişi başına
ortalama yıllık gelir 4.887 dolardı.
Kültürü, Mezopotamya kültürü, İslam dini ve geleneksel Arap ve Kürt
kültürü etrafında biçimlenen Suriye çeşitlilikler içinde yüksek bir
kozmopolit toplum ve canlı bir kültüre sahipti. İslam etkisi, Arap
ve Kürt kültürünün; mimari, müzik, giyim, mutfak ve yaşam tarzında
görülmekteydi.
***
Suriye rejimi, sosyal ve kültürel alanda izlediği eşitlikçi
politikaların yanında ülkedeki Kürt varlığına yurttaşlık hakkı
vermemek, muhalefete söz hakkı tanımamak, aydınlar üzerinde baskı
kurmak, seyahat özgürlüğünü, internetteki sosyal paylaşım
sitelerini yasaklamak, muhalif medyayı susturmak gibi çeşitli
siyasal uygulamaları açısından -Tunus ve İsrail dışındaki tüm
Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi- antidemokratikti.
“Böyle bir ülkede insanlar nasıl mutlu olabilir ki” diye
sorabilirsiniz. Olabilirler, çünkü insanlar tanıdıkları,
yaşadıkları bir şeyi özlerler. O insanlar hiçbir zaman demokrasiyi
tanımamışlar, yaşamamışlardılar ki...
Aynı şekilde toplumları demokrasiyle hiç tanışmamış çeşitli Arap
ülkelerinde protestolar, ayaklanmalar biçiminde Batı emperyalizmi
tarafından estirilmeye başlayan Sünni-İslam renkli Arap Baharı
rüzgârı kısa zamanda Şii kaynaklı Arap Alevisi/Nusayri azınlığın
yönettiği Suriye’yi de etkisi altına aldı. Ülke nüfusunun yüzde
74’ünü Sünniler, yüzde 12’sini Nusayriler, yüzde 10’unu
Hıristiyanlar, yüzde 3’ünü Dürziler, az sayıda Şii İsmaililer,
Caferiler ile Yahudiler ve Ezidiler oluşturuyordu. Öteden beri
izledikleri bağımsız dış siyaset nedeniyle İran’la birlikte
Suriye’yi de bölgede çıban başı olarak gören ABD, rejim karşısında
yer alarak ülkedeki olaylara müdahil oldu.
Suudi Arabistan, Katar gibi demokrasinin d’sinden korkan baskıcı
feodal ülkeler bir anda “demokrasi ve insan hakları havarisi”
kesilerek ABD saflarında yer aldılar. Kısa bir zaman sonra “birkaç
ay geçmeden” Şam’daki Emevi Camisi’nde cuma namazı kılmaya
hazırlanan politikacıların yönetimindeki Türkiye de bu batağa
sürüklendi. Rejime karşı silahlanarak ayaklanan güçlerle rejim
arasındaki çatışmaların yol açtığı boşluktan yararlanan IŞİD, El
Nusra, İslami Cephe, Ahrar uş-Şam, Ensar ed-Din Cephesi ve irili
ufaklı daha birçok İslam-Sünni söylemli örgütlenmeler ülkenin geniş
bölgelerini işgal edip bölüştüler.