35. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı ile 26. İstanbul Sanat
Fuarı geçen cumartesi kapılarını açtılar.
İlk iki günün 126 bine ulaşan ziyaretçi sayısı bu yılki fuarların
yüksek bir rekora erişeceklerinin işareti olarak kabul
ediliyor.
Kimi dostlarımız ise bu “sıkışık” dönemde kitaba ve
sanata olan yoğun rağbeti anlamakta zorlanıyorlar. Biz ise uzun
yılların deneyimine dayanarak bunu olağan görüyoruz. Çünkü gördük
ve yaşadık ki ne zaman ülkemizin üzerinde kara bulutlar dolaşmaya
başlarsa insanlar kendileri gibi düşünen insanlarla özgürlük
ortamlarında buluşmayı, bir arada olmayı arzuluyorlar.
Bizler, özgürlükler söz konusu olduğunda direnme gücünü kitlesel
dayanışmadan alan insanlarız. Başka bir deyişle çoğunluğumuzun
bireyler olarak özgürlük kavramıyla doğrudan illiyet bağı yoktur.
Bu, büyük ölçüde Alman toplumu için de geçerli bir durumdur. Bu tür
ülkelerde özgürlük, tersi örneğin, Fransa ve İtalya’da görüleceği
gibi, uğrunda savaşılan bir kavram değildir.
Bu nedenledir ki bireysel özgürlük talepleriyle sokaklara, alanlara
dökülen insanlara tanık olmuyoruz.
Yazarlar, gazeteciler, sanatçılar, bilim insanları sudan
bahanelerle demir parmaklıklar ardına atılırken, televizyon
kanalları, radyolar, gazeteler, dergiler susturulurken, tabanları
görece dar bazı sendikalar, odalar, dernekler dışında toplumda
yaprak kımıldamıyor. Doğal ki üyelerini sokağa döken CHP’yi
unutmuyorum, fakat burada söz konusu
olan “kurumsal” girişimler değil, tek tek bireylerin
özgürlük haklarını savunmak için ortaya çıkmaları, kendileri gibi
düşünenlerle alanlarda buluşmaları, aynı amaç doğrultusunda
çoğalarak güçlenmeleridir.
Bu ise bir bilinçlenme, özgürlük kavramını içselleştirme
sorunudur.